Değişen zamanla birlikte bazı anlayışlar ve eğilimler de değişikliğe uğramaktadır. 20-25 sene öncesinde şirket ve kuruluşlardaki yönetici profilleri bu güne göre biraz daha farklıydı. Ancak bazı tipler vardır ki bunları az veya çok her dönemde görmek mümkündür. Bu tipleri en genel şekliyle “kifayetsiz muhterisler” olarak tanımlamak mümkündür.
Bu tipler, kendi kazandıklarının hak, daha alt mevkide çalışanların kazandığını ise lütuf olarak görürler ve kendilerinin konumu itibariyle sadece işle ilgili değil her konuda daha çok şey bildiğini, alt çalışanların ise çok az şey bildiği gibi bir aptallık zannına sahiptirler. Aziz ve kadim dostum Hamdi bey bu hususta “ yönetici tiplerinin en kötüsü Nebukadnezar tipidir” derdi.
Bu hususu biraz açalım. Bilindiği gibi Nebukadnezar eski Babil krallarından biridir. Bir gece ilginç bir rüya görür ve çok etkilenir. Rüyayı görüp uyandıktan sonra tekrar yatar uyur. Ancak sabah uyandığı zaman rüyanın detayını hatırlamaz. Bütün danışmanlarını ve müneccimleri toplar ve “Gece bir rüya gördüm ama sabah unuttum. Rüyayı gördüğümü biliyor ancak rüyanın detayını hatırlamıyorum. Şimdi, evvelen bana gördüğüm rüyayı söyleyeceksiniz sonra da tabirini yapacaksınız” der. Bütün danışman ve müneccimler “Aman efendim, siz rüyayı anlatacaksınız biz de tabirini yapacağız. Bizim ilmimiz ancak buna yeter” derler. Ancak Nebukadnezar “Ben anlamam, hem rüyayı hem de tabirini isterim. Aksi takdirde kellelerinizi alırım” der. (hikayeyi tamamlamak açısından belirtelim, o dönemde yaşayan bir peygamber –ilyas peygamber olabilir- gelir ve Allah’ın bildirmesiyle hem rüyayı hem de tabirini yapar ve mesele çözülür)
Dostum, “hem rüyayı hem de tabirini isteyen bu tip yöneticilerden korkmak gerekir” derdi.
Eskiden çalıştığım bir şirkette, zeki ve entelektüel derinliği olan bir memur arkadaşın bir konuda fikrini beyan etmek istemesi üzerine “kifayetsiz muhteris” bir müdür yardımcısının “sen bu konuyu nereden bileceksin? memurların bu konuya aklı ermez” sözüne maruz kalınca cevap hakkını saklı tutarak olayı sineye çeker ve susar.
Bir zaman sonra memur arkadaş birkaç arkadaşıyla otururken mezkur müdür yardımcısı bunların yanına gelir ve bizimkine “nasılsın?” diye sorar. Bunun üzerine bizimki ayağa kalkar ve ceketinin önünü ilikleyerek “Siz daha iyi bilirsiniz efendim!” der.
VİP değil VİC olacak
Yukarıdaki olayın kahramanı memur arkadaş kısa bir süre sonra olayın geçtiği şirketten ayrılarak başka bir sektörde iş hayatına devam etmiştir. Birkaç sene önce, bir şirkette üst düzey yönetici olan eski bir dostunu bir iş nedeniyle kısa aralıklarla ziyaret etmek zorunda kalır. İlk iki ziyaretini arkadaşına ait lüks bir araba ile yapar. Ye kürküm ye hesabı lüks arabayla geldiğinde şirket garajı girişinde “filan kişi ile görüşeceğim” deyip arabayı garajda gözüne kestirdiği yere park eder ve buna kimse ses çıkarmaz. Ancak son ziyaretini kendi deyimiyle “emektar külüstür” arabasıyla yapmak zorunda kalır. Alışkanlık gereği şirket garajı girişinde görüşeceği kişiyi söyleyerek uygun gördüğü ilk yere arabasını park eder. Bunu gören şirket güvenlik görevlisi koşarak gelir ve;
-“Efendim buraya park edemezsiniz, çünkü burası VİP” der.
Bizimki de;
-“VİP ise VİP benim yani very important person. Mesele park etme olduğu için sen VİC demek istedin yani very important car. Ama uygulamada böyle bir tabir henüz yok” der ve dönüp gider. Güvenlik görevlisi kafası karışmış bir vaziyette orada kalakalır.
Ortak akıl ile iş yapmanın bir akılla iş yapmaktan daha değerli ve saygı görmek istiyorsak saygı göstermenin gerekli olduğunu bilelim vesselam.