Muhtemelen duyuyor, bu yazıyı okuduğunuza göre görüyorsunuz da. O cep telefonunu, ya kullandığınız bilgisayarın mausunu tutmanızı sağlayan ya da yazı yazmanızı sağlayan estetik harikası elleriniz de yerli yerinde.
Hiç ses duymadığınızı düşünün, eşinizin, annenizin, babanızın sesini, su sesini, çaldığında heyecanla koştuğumuz kapının sesini, bebeğinizin ilk “baba” deyişini, pencerenize kaçak yapılaşmayla yuvasını yapmış olan serçenin sabahları cıvıl cıvıl sesiyle verdiği “günaydın” tınısını duyamadığınızı..
Aklımızda yaşamayı o kadar büyütüyoruz ki, mutluluğu henüz tanımadığımız tatlara yüklüyoruz. Sabah yediğimiz sıcak ekmeğin bizi mutlu etme hakkını elinden alıyoruz.
Hep yarına öteliyoruz huzuru, “yarın” hiç gelmiyor. Dünün pişmanlıklarıyla bu günü harcıyoruz, dün çoktan bitmişken bugün de bitiyor.
Elinizi en son ne zaman incelediniz? Günümüz teknolojisinin bile performansının %1′ine ulaşamadığı o estetik harikasını göz hizasına kaldırıp, Parmak ve eklemleri oynattıkça ortaya çıkan o müthiş semazenî görüntüyü en son ne zaman izlediniz?
O diliniz, dişleriniz, dudaklarınız daracık sahada ne mükemmel işler yapıyorlar hiç tefekkür ettiniz mi? Hepsi birlikte zannettiğimizden daha çok, ciddi bir vazife paylaşımı gerçekleştiriyorlar. Dudaklarınızdan dökülen o güzel kelimeleri yalnızca dudakların şekillendirmediğini, dilin ve dişlerin önemli katkılarının bulunduğunu fark etmişinizdir. Bununla kalmıyor, aldığınız her lokmayı diliniz, çenenin sağındaki, solundaki dişlerinize hata yapmadan neredeyse on defa yer değiştirerek götürüyor.
En son ne zaman, hiç tanımadığınız ve belki de tanımayacağınız biri ya da birileri için bir şeyler yaptınız? Tanımadığınız birinin yaşadığı acı en son ne zaman yaktı yüreğinizi?
Anneniz yine biraz daha merhametlidir, siz ona sarılmadan o size sarılır da, siz asıl babanıza en son ne zaman sarılıp “Babam, iyi ki varsın” dediniz?
Şikayetlerimizi sorsalar.. Çevremizden, ülkemizden, devletten, insanlardan, kapıcıdan, sürekli arabanızın arkasına park eden komşudan, yazmak istesek iki ortalı harita metot defterini doldururuz değil mi bir çırpıda?
Peki ya ne zaman oturup şükretmeniz gereken şeyleri listelediniz? Ne zaman durduk yere gözleriniz yaşardı sahip olduğunuz şeylerin mutluluğundan? Hep daha fazlasını istiyoruz, öyle olmasa insan olmazdık ama daha fazlası için çaba gösterirken elimizde olanın tadını ne kadar çıkarabiliyoruz?
Sabah uyandığınızda güneşi size gösteren gözlerinizi, yataktan sizi doğrultan belinizi, yüzünüze suyu götürerek süren elinizi, evden çıkıp işe gidebilmeniz için dünyanın en uyumlu adımlarını, en estetik çiftleri olan ayaklarınızı ve bacaklarınızı, sizi yanlış işlerden ve büyük zararlardan koruyan vicdanınızı, doğduğunuz andan itibaren bir saniye bile durmadan bütün vücuda kan ithalat-ihracatını hiçbir problem yaşamadan, gümrüklerde bekletmeden gerçekleştiren o kırmızı et parçası kalbinizi, kainattaki bütün canlılardan farklı olmanızı ve sizden onlarca kat büyük yapıları ve canlıları yönetebilmenizi sağlayan aklınızı yaratan O yüce Rab’binize en son ne zaman teşekkür ettiniz?
Siz bir harikasınız, bunun farkında olun ve ebedi âlemi kazandıracak şu üç günlük dünyanın kıymetini bilin.
Bütün bunları ve daha fazlasını düşünmeyi başaralım inşallah.