Herşeyin gündelik siyasetin haber, yorum, tahmin ve denklem mühendisliğinden ibaret hale geldiği asri zamanlarda bu hengameye bulaşmamaya özel itina gösterenlerden sayıyor kendisini bu satırların yazarı. Siyaset üzerine yazılacaksa da mutlaka siyasetin düşüncesi, felsefesi ve ufkuyla ilgili zihinlerdeki düğümlenmelerin çözümüne yardımcı olacak notları okuyucunun hizmetine sunmanın sonsuz yararlarına inanıyor.
İster anayasa değişikliği girişimlerini, ister iktidar partisini kapatıp genel başkanını yasaklama hesaplarını, ister her politik seçenekten muhalefet kesiminin siyasete müdahale edilerek yeni bir mecra açılmasıyla ilgili muhteris bekleyişini konu alsın, bütün değerlendirmeler, sonunda gelip siyaseten işler evreninde işlerin hiçbir şekilde vicdanen, ilkesel olarak ve ahlaken yürümediğiyle ilgili derin bunalıma dayanıyor.
Siyasetin meselesi ne iktidarın izlediği hükümet etme üslubu, ne de muhalefetin seçenek olamaması değil, tam da budur: Siyasetiyle ve sivil toplumuyla Türkiye, bir bütün olarak siyaseten işler içindedir ve bu işlerin dünyasında gerçek ve sahici hiçbir tutum itibar görmüyor. Siyaseten doğrunun egemenliğinde iktidara tutunmuş çevreler gücün keyfini çıkarırken, karşıtları da o gücü ele geçirerek aynı duyguyu yaşayabilmek için akla hayale sığmayacak imkan, araç ve fırsatları kullanmaya çalışıyor.
İktidar gücünün ayartıcı çıkarlarıyla nemalanmasa belki tutarlı, ilkeli, vicdanlı ve ahlaklı davranmanın simge şahsiyeti olabilecek nice insan, onu hakikat aşığı yapacak giysiyi siyasetin vestiyerinde bıraktıktan itibaren akıl almaz bir başkalaşıma uğrayabiliyor, onu anlamlı kılan bütün sabit dayanakları, sağlam ve sarsılmaz ahlaki sütunları yıkıp yerine imitasyon bir fikre ve prefabrik bir ahlaka temellenmiş gecekondusunu inşa etmeyi içi alabiliyor.
Bu olan biten de bize, siyasette işlerin böyle yürüdüğü, düzgün insanların onun için bu meydanda görünemedikleri izahıyla kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Toplumun genelinin ve onu sandıkta temsil eden seçmenin bu inceliklere bakacak halde olmadığı, çok daha gündelik ihtiyaç ve beklentilerle kaderini birtakım ellere teslim edebildiği önermesinde kuşkusuz haklılık payı var. Yahut kollektif refleks, halkın büyük çoğunluğunu her türlü iktidardan uzak tutma ilkesi üzerine kurulmuş mevcut siyasi rejimle ilişkisine göre siyasal seçenekleri değerlendirip meselelerin özüyle çok da ilgilenmeksizin, görünüşün sunduğu sınırlı tercih şıkları arasında yer belirlemeye ayarlı çalışıyor.
Fakat acaba her halükarda vicdana ve ahlaka dayanmayı ilke edinen seçilmiş bir idareci, buna rağmen, gücü elde ettikten sonra vicdanının ve ahlakının gereğini neden yerine getirmez ve seçmenin zihinsel dönüşümüne, hatta bozulmasına yolaçmış hakim politik varsayımlar zincirini kırmak için radikal adımlar atmaz?
Şüphesiz mevcut iktidar anayasa yapma ve başka siyasi girişimlerinde Türkiye'yi yeni bir anlayış evrenine sokacak ufukla hareket etmiyor; kapatılmanın eşiğine kadar getirilmiş partisini ve yasaklanması kesinleşmiş genel başkanını kurtarmayı eksene alan bakışaçısıyla hazırlandığı her bakımdan belli bir taslağı usülen tartışmaya açıyor. Ama iktidarın girişimine bu eleştirileri yöneltenler, bunca yıldır bundan farklı ne yaptıklarının hesabını verebiliyorlar mı? Mevcut iktidarın, yüksek oy desteğinin sağladığı meşruiyetle bu türden siyaseten işler yapabilmesini sağlayan, geçmişin hatırlanmak bile istenmeyen kapalı, karanlık, baskıcı, yıldırıcı ve dışlayıcı siyasi rejimi, medya rejimi, ekonomi rejimi, kültür rejimi vs. değil mi?
90'ların başında Türkiye'nin artık Refah Partili yıllara başladığını gösteren emareler ortaya çıktığında bir gazeteci, RP'nin o zamanlar çok muteber ünlü vaizine, laik kesime ne yapacaklarını sorduğunda aldığı “siz bize ne yaptıysanız aynısını” cevabını bazı laik yazarlar “bunlar bizi kesecek” şeklinde tercüme etmişti. Bugünkü gelişmelere bakınca denebilir ki fiziksel olarak kesmediler, ama siyasi, kültürel ve ekonomik olarak bir zamanlar kendilerine ne yapıldıysa aynısını yapıyorlar. Eğer siyaseten işler dünyasındaysak ve uğruna mücadele vereceğimiz bundan gayri doğru yoksa bugün yaşananlarda hiçbir olağandışılık yoktur; reva görülen muameleye itiraz ve isyan edenler de -bir zamanlar aynılarını yapmış olarak- aslında muhalifliklerini siyeseten yürütüyorlardır ve kendilerine inanıp güvenmemiz için hiçbir nedenimiz bulunmamaktadır. Ayrıca toplumun büyük çoğunluğunun bu muameleden şikayetçi olmadığını seçim sonuçlarından takip edebiliyoruz. 2002'den bu yana bütün seçimlerde mevcut iktidarı güçlü biçimde işbaşında tutan irade, bütün uyarılara rağmen bu iktidarın “siz bize ne yaptıysanız aynısı” yaklaşımına onay verdiğini gösteriyor.
Ama bütün bu değerlendirmeler, siyaseten doğruculuğun asla ilke olamayacağı ahlaken doğrular evreninde yeni bir varoluşu inşa etme görevinin acil, öncelikli ve elzem hale geldiğinin alarmıdır. Bu satırların yazarı, halihazırdaki kargaşa, bulanıklık, yapaylık ve yüzeysellikten uzaklaşıp köşesine çekilmiş nice tertemiz vicdanın toplumdaki bu fetreti sona erdirecek yeni bir varoluşa ruh üfleme kapasitesine inanmaya devam ediyor.