Türkiye siyasetinin son birkaç yılda aldığı yol, Cumhuriyet tarihi boyunca kurumsallaşamayan siyaset kurumunun artık kökleşmeye başladığının işaretlerini de taşıyor.
Tek parti ve sonrasındaki askeri vesayet dönemlerinin halkı dışarda bırakan, kendi ideolojk evreninde sergiledikleri baskın yönetim nihayet son referandumla birlikte tarihin tozlu raflarında yer almaya başladı.
Çünkü dokunulmazlara da artık dokunulmaya başlandı. Halka karşı hoyratça kullanılan mevki ve makamlar demokrasinin gelişmesi ve güçlenmesi yönünde ki bariyerleri aşılamaz kılıyor, halkın iradesi yönetime ne derece yansı sa da birilerince kamusal diye tarif edilen alanlar ve yüce kurumlar karşısında etkisiz bırakılabiliyordu.
Özellikle son on yılda geliştirilen yeni vizyon Türkiye'yi de dünyanın sayılı ülkeleri arasına taşımaya başladı.
Siyaset kurumunun 28 Şubat'tan sonra kendisini toparlaması ve kesintiye uğramamsı bu gelişmelerin de mihenk taşını oluşturuyor dersek sanırım abartmış olmayız. Asker düdüğü çaldığında şapkasını alıp giden siyasetçilerin ülkeyi getirdiği nokta ortada iken;cesur, kararlı ve çağı anlayabilen siyasetçilerin Türkiye'ye kazandırabileceği vizyonu hepimiz yaşayarak müşahade ediyoruz.
Son dönemde açılan ergenekon ve benzeri davalara baktığımız da Türkiye'nin neden bir türlü iç problemlerini halledemediğini görüyor; askeri ve ideolojik baskılara her ne sebeple olursa olsun boyun eğen eski siyasetçilerin çapsızlığına da şaşırarak ve üzülerek şahit oluyoruz.
Yakın zamana kadar her türlü iç ve dış etkiye açık kurumsallaşmamış Türkiye siyasetinin özgüveni yüksek siyasetçiler çıkaramamasını da tüm bu olumsuz sürece yüklemek haksızlık mı olur bilemiyorum; ama dışarıyı ve bölgesini okuyabilen, teknolojinin sunduğu tüm imkanları sonuna kadar kullanabilen ve ideolojik saplantılardan uzak yeni nesil siyasetçilerin yeni yüzyılda Türkiye'ye geniş ufuklar açacağını söylemek temenniden ziyade ciddi bir öngörüdür.
Soğuk savaş dönemlerinin siyasetçi tiplemeleriyle dolu muhalefet partilerimizin içler acısı durumu karşımızda duruken; siyaset kurumunun en tabandan tavana doğru ciddi bir değişim ve dönüşüme olan ihtiyacını da göz ardı etmemek gerekiyor.
İdelojik saplantılar ve ben merkezli siyaset anlayışının toplumun farklı kesimlerini ötekileştiren yapısı, insan hak ve özgürlükleri kapsamında değerlendirilmesi gereken ve Türkiye'ye artık yakışmayan yasak ve kısıtlamaların da devam etmesini sağlıyor. Asıl ilginç olan da özellikle muhalefet partilerimizin hala bu tip yasaklamalar ve sunni üretilmiş korkular üzerinden siyasi gelecek ummaları. Dünya siyasi ve entellektüllerinin bile anlayamadıkları etnik milliyetçi refleksler ve baskıcı bir yapıya büründürülen laiklik anlayışlarının bu durmu daha da içinden çıkılamaz hale getirdiği muhakkak.
Türkiye siyasetinde özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde feodalitenin hala belirleyici bir unsur olduğunu biliyoruz. Neredeyse ömrünü milletvekili olarak tamamalayanlardan tutun da milletvekilliğini babadan oğula, kardeşten yeğene kadar aile içeisinde kurumsallaştıranlara bile şahit olmak mümkün. Siyasetçinin böylesi dar alanadan çıkması bir çok olumsuzluğun da kaynağını teşkil ediyor ve yeni, vizyon sahibi, topluma katkı sunabilecek bilgi ve donanıma sahip gençlerin de önünde ciddi bir bariyer oluşturuyor.
Yeni bir siyaset anlayışının özellikle Doğu ve Güneydoğu da bir çok problemlerin de çözümünde ana etken olacağı gerçeğini göz ardı etmeden; dünya ile yarışabilecek bir türkiye için lokomotif görevi üstlenecek genç, donanımlı beyinlere de kapı aralamak gerekiyor.