“Sivil”in karşılığı olarak Türkçe sözlükte; “asker ve askeri sınıftan olmayan, üniforma giymeyen”, açıklaması yer alıyor. “Sivilleşme” ise “sivil olma durumu”. Yani bu açıklamalardan hareketle, sivilleşmenin üniformalardan ve dolayısıyla otoritelerden sıyrılmak olduğu yargısına varabiliriz. Bizde sivilleşme, daha çok özelleştirme ve şahsileştirme manasında kullanıldığı için, devletin elinden çıkan her şey sivilleşmiş kabul ediliyor. Hâlbuki tek kişinin idaresinde olmak da yine bir otorite varlığını gösterir. Bu açıdan sivilleşme kavramının aşındırılması söz konusu. Sivilleşme, başıboşluk değildir. Eğer böyle olsa idi, bir takım sorunlar ve kargaşaların yaşanması kaçınılmaz olurdu.
Kurumlara dur demek, siyasetten elini çekerek sadece ülke savunmasına odaklanmasını istemek, kurumları hakaret ya da yıpratmak anlamına gelmez. Çünkü demokratik bir hukuk devletinde olması gereken kurumların siyasete karışmamasıdır. Ancak son zamanlarda, kimilerince “kurumların yıpratılması” olarak algılanan durumun farklı bir veçhesi var. Aslında durumun bu noktaya gelmesinde kurumların suçu çok büyük. Bu suçlar aslında saymakla bitmez. Siyasetçi üslubuyla yapılan açıklamalar, milli iradeyi hiçe sayan kararlar, toplum tarafından kabul görmeyen anlayışları savunmalar, çetelere sahip çıkmalar ve toplum mühendisliğine soyunmalar sadece bunlardan birkaçına örnek olarak gösterilebilinir. Oysa bu millet bürokratik bir devlet değil demokratik bir devlet özlemiyle yanıp tutuşmaktadır.
Toplumun ‘daha fazla özgürlük’ dediği günlerde bürokratik dokunulmazlığa sığınılarak atılan adımlar gerilime neden olmaktadır. Sivilleşmeden rahatsız olan yapıların gösterdikleri direnç ise kaos üretmektedir. Ellerindeki gücü kaybetme kaygısıyla sahneye koydukları senaryolara figüran bulamayan bu yapılar seçim yaklaştıkça seslerini de yükselteceğe benzerler. Söz konusu reformlar ile tükenişe geçtikçe de çırpınışları devam edecektir. Ama önemli olan sivil iradenin bu yapıya vereceği cevaptır. Bu cevap halktan alınan güç ile birleştirilip ‘sivil anayasa’ ile tamamlanırsa sorun yok. Ama gücünü statükodan alanlara karşı direnmek yerine uzlaşma arayışına girilirse vah ülkenin haline. Çünkü bu yapı ne zaman gündeme uzlaşmayı getirse mutlaka ülkenin geleceğinden çalmıştır. Uzlaşma bahanesi ile atılan adımların önüne set çekmiştir. Ayak oyunları ile çekilen setin etrafını da tel örgüler ile sarmıştır. Özgürlükler pazarlık ile kazanılmaz.
Bugünlerde yapılmaya çalışılan demokratikleşme hareketleri belki sivilleşme yolculuğunda sadece birkaç başlangıç adımdır. Yakın tarihimizin karanlıkta kalmış ve hesabı sorulmamış birçok olayının hâlâ orada durduğu unutulmamalıdır. Ordulu iktidar döneminden gerçek sivil iktidar dönemine doğru yaşadığımız geçişin kesintisiz devamı için köklü bir yargı reformu gerçekleştirilmelidir. Hem unutulmamalıdır ki demokrasi sadece dört beş senede bir sandığa gidip oy vermek değildir. Demokrasinin baş aktörleri sadece siyasi partiler değil, halk ve bireylerdir. Dolayısıyla gerçek bir hukuk devleti ve gerçek bir demokratik sistem için bütün bu saydıklarımın yanında sivil inisiyatifin de geliştirilmesi gereklidir. Bu da halkın örgütlenerek baskı kurabilmesi, hükümetten ya da diğer devlet kurumlarından hesap sorabilmesi anlamına gelir. Bu yeni sistemde farklı kültürlerle bir arada yaşamı benimseyen, demokrasiyi özümsemiş bir toplumsal yapı kurmamız büyük önem taşımaktadır.