Sistem tartışması yaparken yakın geçmişte etkisini fena halde hissettiren rejim türüne 'askeri vesayet rejimi' diyoruz ya, öyle deyişimiz kolaya kaçtığımızdan, lâfın gelişi; yoksa bizde gerçek durum bundan çok daha karmaşık...
Gerçek duruma 'sivillerin askeri kullandığı vesayet rejimi' de denebilir, 'bedeli askere ödettirilen sivil vesayet rejimi' de... Olağanüstü ve bazen olağan görüntülü dönemlerde askerler doğrudan veya dolaylı ön planda görünürken, telkinleriyle onları o noktaya sürükleyen siviller perde gerisinden ülkeyi istedikleri yöne sevk ederler.
Çok sayıda sivil de değil, belki TÜSİAD'ın 'Yüksek İstişare Konseyi'nde yer alanlar sayısınca bir 'iktidar seçkinleri' kadrosu, her dönemde sivil politikacıların gerisinden ülkeyi yönetti bizde. İş başında askerler varsa askerlere, sandıktan çıkma politikacılar varsa onlara, insan kaynağı ve lojistik destek 'iktidar seçkinleri' tarafından sağlandı; karşılığında kendi taleplerinin yerine getirilmesini beklediler... Aldılar da...
Benim iddiam değil bu, son genel seçime gidilirken 'iktidar seçkinleri' ile içli-dışlı bir kalem tarafından, son zamanlarda başı Maliye ile dertte bir medya grubunun gazetesinde (Milliyet) açık-seçik ifade edildi.
Yazının tarihi 9 Temmuz 2007; yani 22 Temmuz (2007) seçiminden yalnızca 13 gün önce kaleme alınmış -muhtemelen 'sipariş' üzerine- bir yazı bu. Başlığı 'Ülkeyi kim yönetecek?' Yazarı, vaktiyle Merkez Bankası Başkanı olarak paranın patronluğunu yapmış, sonra politikaya atılıp bakanlık koltuğunda oturmuş biriydi: Yaman Törüner... Geçenlerde 80 kişilik bir seçkin kadroya 'gecikmeli bir yılbaşı partisi' verdiğini gazetelerin duyurduğu Doğan Grubu mensubu...
Sandık başına gitmeye hazırlanan halka, oylarını kime verirlerse versinler sonucun değişmeyeceğini, ülkeyi o güne kadar kimler yönetmişse onların yine yönetmeyi sürdüreceğini 'ifşa' ediyordu Yaman Törüner... Aradan çekilip yazdıklarını aynen aktarayım da yazanın açık sözlülüğüne şaşırın:
“Bütün dünyada ülkeler 'elit bir sınıf' tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa 'silâhlı kuvvetler'i de eklemek gerekir.”
'Vesayet' sözcüğüyle ifade edileni tanımlamış...
Peki bu 'sistem' nasıl ve hangi yöntemle sağlanıyormuş? Merak ettinizse okuyun da öğrenin: “Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler 'iş yapacak' değil, 'denileni yapacak' kişiler arasından seçilirler.”
Oyunuzu kime verirseniz fark etmiyordu bu tahlili yapana göre; “Hiçbir liderin hâkim sınıfları karşısına alacağını sanmıyorum” diyordu bu güvenle...
Ya hâkim sınıfları karşısına almaya kalkan çıkarsa? Ya devlete kazık atma girişimlerine artık göz yummaz, eski defterleri açmaktan kaçınmaz, “Nereye kadar giderse gitsin” talimatı vermekten çekinmezse?
Kendinden ve o zamana kadar işleyen sistemin devamından o kadar emin olmalı ki, bu sorulara hiç kafa yormamış Yaman Törüner; yazısından öyle anlaşılıyor. Patronunu da “Bir şey olmaz, merak etmeyin” diye teskin ettiğine kalıbınızı basabilirsiniz.
Şimdilerde “Askeri vesayet sona erdi, artık tehlike sivil vesayette” diyen akl-ı evveller çıkıyor ya, fark etmedikleri, Türkiye'nin o dönemi de geride bıraktığı...