‘Sarıkız’, ‘Ayışığı’, ‘Eldiven’, ‘Yakamoz’ ve ‘İrtica eylem planı’ ile yıkılamayan AK Parti yeni bir senaryo ile mi alaşağı edilmek isteniyor?
Zor bir soru ancak süreci iyi analiz etmek lazım.
Her türlü komployu da ciddiye almanın şart olduğu bir sürecin içersindeyiz.
Bir önceki seçimlere gidecek olursak neler yaşandığını hatırlayabiliriz.
Merhum Yazıcıoğlu’nu kendi siyasi çatılarına katma yarışına giren partileri unutmuş değiliz!
Merhum Yazıcıoğlu’nun siyasi deneyimi ve oyunları anında görebilme yeteneğini hesaba katamayan siyasi mühendisler bu sefer onun çatısında başka partiler oluşturmaya da çalışmışlardı.
İlk önce bakıldığında bu MHP’ye karşı bir hareket olarak algınsa da öyle değildi.
Çünkü MHP ile BBP arasında ciddi yol ayrımları vardı.
Merhum Yazıcıoğlu hareketinin oy potansiyeli sıkıntılı gözükse de AK Parti’nin tek alternatifiydi!
Bu durum siyaset mühendisleri tarafından iyi biliniyordu.
Ancak karşılarında ‘güç’ ve ‘iktidarı’ elinin tersi ile iterek geri çeviren bir anlayış vardı.
İşleri zordu.
Ve tutmuyordu siyasi mühendislik.
Yazıcıoğlu, inatla ‘hak’ ve ‘millet’ diyordu.
Bu siyasi mühendislerin hesaba katmadıkları argümanlardı.
Ancak yılmıyorlardı.
Saadet Partisi’ni sürece dâhil etme çabası vardı ama sıkıntı da büyüktü.
Çünkü SP kurmayları siyasi mühendislerin yollarını tıkayacak ciddi otoriteye sahiplerdi.
Yaşadıkları da tezgâhı kısa sürede bozacak deneyimlerle doluydu.
Siyasi hayata başladıkları ilk günde bugün de ‘önce millet’ diyorlardı.
Mühendisler bunu kendi aralarında tartışmaktan öteye götüremeyince tekrar başa döndüler.
Tabi sürekli olarak 28 Şubat’ta yaptıklarının hata olduğunu vurgulayarak, SP camiasından özür dilemekten de geri kalmadılar.
Hani bir umut!
Tekrar kaldıkları yere döndüler.
DYP ve ANAVATAN arasında cirit atan mühendisler ısrarla Yazıcıoğlu’nu ikna etmeye çalışıyorlardı.
Yazıcıoğlu’ndan küçücük bir işaret alsalar üçlü ittifakı dillendireceklerdi.
Ancak Yazıcıoğlu, planın farkındaydı.
Bu planın ülke çıkarları doğrultusunda değil sadece ve sadece AK Partiye karşı yürütülen gizli bir hareket olduğunu görebiliyordu.
Baraj aşılacak.
Üç parti, MHP ve CHP ile TBMM’ye koşacak.
AK Parti yerine koalisyon hükümeti kurulacak!
Ancak planı bozan;
İsmi kirletilememiş,
28 Şubat’ta dik durmuş,
Küflenmiş bürokratik zihniyeti her yerde eleştirmiş,
Bakkalı, kasabı, öğrenciyi, memuru, cami cemaatini dikkate almış,
12 Eylül darbesinde yaşananlar hakkında özeleştiri yapabilmiş,
Hesap verebilen ve gerektiğinde hesap sormak için harekete geçen bir yapıya liderlik yapan Yazıcıoğlu vardı.
Ve sahneye koyulacak oyunda aktörlüğü kabul etmiyordu.
Çünkü o oyuncu değil asıl olmak istiyordu.
Milletin bir gün kendisini anlayacağını da çok iyi biliyordu.
Ancak senaristler rahat durmuyordu.
Yazıcıoğlu, seçimlere tek başına gireceği yönünde işaret verince paçaları tutuşmuştu.
Kırk yıllık tabelalarını değiştiren iki parti kalmıştı ellerinde.
DP ve ANAVATAN…
Ne misyonları kalmış ne de halkta heyecan uyandırabilecek tezleri…
Liderlerini anlatmaya gerek bile yok!
Ancak tam o süreçte medya devreye girmişti.
Hani şu malum medya.
Halen 28 Şubat brifinglerinin etkisinden kurtulamayan medya…
Mikrofonlar eski dinozorlara uzatılmaya başlandı.
Hepsi ‘merkez sağ’ diye bağırmaya başladı.
Tabi birde ‘AK Parti merkezde değil’ sesleri yankılandı.
O sesler en fazla şapkalarını alıp kaçanlardan ve içimizdeki monşörlerden çıkıyordu.
Yaşlılardı, bitkinlerdi ancak seslerini gür çıkartacak teknoloji çoktan icat edilmişti.
Kendi dönemlerinde sadece eleştiri amaçlı gazetelere manşet olan ekip, bu kez ne söyleseler birinci sayfalarda yerleri hazırdı.
TV’lerin kral konukları da artık bu ekibin elinden ekmek yiyenlerden seçiliyordu.
Artık Ağar ve Mumcu’ya da misyon yüklenmeye başlanmıştı. Kahraman, dürüst, ilkeli ve duygusal gibi. Hatta açılım misyonu da ilk kez AK Parti’ye değil Ağar’a yükleniyordu.
MHP ve CHP unutulmuştu!
CHP’de o dönem Cumhuriyet mitinglerine sarılmış,
MHP ise bildik politikalarını tekrarlıyordu.
MHP yaralıydı ancak kararlıydı da.
Baraj altı çilesini de biliyordu.
Başörtü sınavından da ikmale kalmıştı.
Terör konusunda ise Öcalan ve İmralı polemikleri onları köşeye sıkıştırıyordu.
El birliği yapan eski tüfeklerde sürekli MHP’nin geçmiş dönemde yaptığı hataları bir bir sıralıyorlardı.
Ancak MHP işi sıkı tutuyor ve seçim çalışmalarını ciddiyet içinde yürütüyordu.
Yani proje de sadece iki parti vardı.
DP ve ANAVATAN…
MHP olamazdı.
Çünkü mühendisliğe alışkın değillerdi.
CHP olamazdı.
O misyonu gereği laiklikten öteye geçemiyordu.
İki parti onlara seçimden sonra lazımdı.
Çünkü onlar ‘barajı’ yapılan kamuoyu araştırmalarında çoktan geçmişlerdi.
Şimdi onlardan Başbakan çıkartacak bir güç lazımdı.
O güç sadece yüzde onu almalıydı.
Yüzde onu alabilmek için CHP ve MHP’yi çokta öne çıkartmamak lazımdı.
Onlardan da ne çalınsa kar olacaktı.
Ancak olmadı.
Olmadı işte.
Bizzat DP ve ANAVATAN arasını bulmak için görevlendirilenler bunu engelledi.
İki parti bir anda boşlukta kaldı.
367 ile de halkın gözünde itibarları kalmadı.
Küçük gibi gözüken ancak özünde büyük bir mühendislik hareketi sallantıya geçti.
Millet gözünü açtı.
Tekrar BBP’ye bakalım diye düşünenler ise orada kendilerinin beklemediği ancak milletin istediği bazı istifaları da görünce de şoka girdiler.
Düşünün Yaşar Yazıcıoğlu bile BBP’ten istifa! (tasfiye) etmişti.(edilmişti)
Tek çare yine MHP ve CHP olmuştu.
‘MHP merkez sağa yaklaşıyor’ dedikoduları yayılırken, medya da ‘MHP o eski MHP’ değil sloganlarını dillendirmeye çoktan başlamıştı.
CHP konusunda da hassas davranmaya başlayan medya, ‘laikliğin ender savunucusu CHP olmazsa olmaz’ sloganlarını köşelerden dillendiriyordu.
Hatta MHP ve CHP’nin birçok (aslında olmayan) ortak noktaları aranıp bulunuyor,
İki parti arasında çok ta çelişen politikalar olmadığı iddia ediliyordu.
İki partinin oy oranını AK Partinin üzerine çıkartmak için de her yol deneniyordu.
Amaç belliydi.
Seçimlerde yara almış bir AK Parti karşısında koalisyon arayışı…
Ancak seçim sonuçları tüm planları altüst ediyordu.
Olmamıştı.
Sonuç yine AK Parti lehine çıkmıştı.
Peki şimdi ne olacaktı?
Artık tükenen bir ANAVATAN ve çetelere karşı dik duran yeni bir lidere sahip olan DP vardı.
Mümkün değil bu iki anlayış ile yola çıkamazlardı.
İmkânsız iki partiyi bir araya getiremezlerdi.
Hele DP liderinin siyasi danışmanı Menderes olmuştu ki mühendislik mümkün değil tutmazdı.
Bir şeyler yapmak şarttı.
Süleyman Soylu her konuşmasında çetelerle mücadeleye tam destek verirken, tüm darbeciler ile de hesaplaşalım demekten geri kalmıyordu.
Hepsinin elini kolunu bağlayacak tek yöntemi de çözen Soylu, ısrarla sivil anayasa’yı dillendiriyordu.
‘İnanç özgürlüğü’, ‘kardeşlik’, ‘herkes için eşitlik’ demeye başladığında da artık sınırları aşmıştı.
Kırmızı çizgilere dayanmıştı.
Bildik karanlık oda toplantılarının hedefinde AK Parti’den önce artık Soylu vardı.
Çalışmalar, gayretler, çeteleşmeler derken Soylu’nun ipini çektiler.
Soysuz olmak yerine Soyluluğu tercih eden Süleyman Soylu dirense de kellesini kurtaramadı.
Kellesini yere düşürmeyen bir millet olsa da gücü karanlık oluşumlara yetmedi.
Ele geçirilen DP’ye Cindoruk ile inanılmaz görevler verdiler.
Görevler aşama aşama devreye sokulurken, Özal’ın mirasını da alıp ona hibe ettiler.
Çetelerden, antidemokratik oluşumlardan, jakobenlerden, 28 Şubatçılardan ve şapkacılardan da yeni oluşuma tam destek aldılar.
Tam bu aşamada MHP ve CHP’ye de ‘aynı’ misyonu yükleme yarışına girdiler.
Açılım konularında verdikleri benzer tepkileri yan yana koyarak gazetelerde birinci sayfalara taşıdılar.
İki liderin öfkelendikleri her benzer konuyu allayıp-pullayıp millete sundular.
Sunmaya da devam ediyorlar.
Hani bazıları da inanmamış değil.
Baksanıza MHP kongresinde CHP lideri Deniz Baykal’ın mesajı uzun süre alkış aldı.
Şu eski kongreleri hatırlayın.
Ama boş verin hatırlamayın!
Ama sakın geçen seçim döneminde yaşananları unutmayın.
Çünkü benzer bir sürecin içerisindeyiz.
Oyun aynı aktörler farklı.
Bu sefer aktör olmaya hevesli görülmeyen liderler de yok aramızda.
Çok fazla bu süreçten ayrıntı vermeye gerek duymuyorum.
Sadece geçmiş dönem ile bu dönem arasında benzerliği görün yeter.
Üstelik şimdi ellerinde çok daha fazla argüman var.
Ermeni, Kürt, Alevi açılımı gibi…