Müslümanlar Vaktin Oğludur, Kölesi Değil!
( Allahımız Asra yemin ediyor, peygamberimiz zamanı insana verilen en önemli iki nimetten biri sayıyor, kitabımız "geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan, gündüzü çalışma zamanı yapan Allah’tır" diyor(25/47), dinimiz ibadetlerin her birine bir zaman belirleyerek bizleri onu iyi kullanmaya davet ediyor...Pekiyi bizler ne yapıyoruz?)
Geçen günlerde Konevi kültür merkezinde Nureddin Yıldız Hocayı dinlerken ilginç bir fıkra aktardı dinleyenlere. O hikaye kısaca şöyle:
Arabistan’da okurken matematiği çok güçlü, İngilizcesi mükemmel Suudlu bir arkadaş Nasa’nın yazılı imtihanlarına girdi ve kazandı. Mülakat için Washington’a çağrıldı. Hepimiz onun kazanacağından emindik. Aradan 15 gün falan geçmişti ki baktık bizim dost Mekke’de. Hayırdır! Dedik! O, “mülakatta kaybettim” diye cevapladı sorumuzu. Nasıl oldu? Deyince teferruatı anlattı:” Mülakatta, puanlarımın çok yüksek olduğunu, son olarak birkaç soru soracaklarını söylediler. İlk soruları için masaya şehrin büyük ve teferruatlı bir haritasını serdiler. Sonra; “ Bak, şu nokta bizim bulunduğumuz yer. Şurası da senin kaldığın otel! Bak buradan oraya birkaç yol var. Sen oraya en hızlı hangisinden gidersin? Ben şöyle bir baktım ve en kestirme olanını işaret edip, “şuradan” dedim. Birbirlerine baktılar olumsuz bir hava oluştu yüzlerinde. Yerime oturdum. Aralarında bir şeyle konuştular ve “Ayağını uzat dediler” ben de uzattım. Hep birlikte baktılar ve bana doğru dönerek;” kaybettin” dediler.
Moralim çok bozuk bir şekilde dışarı çıktım. Orada bulunan bir görevliye kaybetme nedenini sordum. O da bana,” ben bilmem şu içerideki müdüre sor” dedi. Müdüre gittim, o bana kaybetme nedenimi açıkladı; “Senin işaretlediğin kestirme yolda diğer yollara göre daha fazla ışıklı kavşak vardı. Sen buna dikkat etmedin” “Ya ayak meselesi?” Ha ayağına baktılar. Ayakkabın bağcıklı idi. Günde iki kez (giyerken ve çıkarırken) bu bağları bağlayıp çözerken kaybedeceğin vakit senin elenme sebeplerindendir…”
Buna benzer bir hikâyeyi de geçen gün büyük oğlum Abdülkerim’den dinledim. AB’nin eğitim projeleri gereği Türkiye’den, İngiltere’den, Almanya’dan, Fransa’dan, Romanya’dan… Katılımcı misafirleri Konya’da ağırlayan bizim şehzade onlarla ilgili şunları anlattı: “Saat dokuzda otelin şu salonunda buluşacağız” diye sözleşiyoruz. Saat dokuza bir kala İngilizler orada. Saat 9’da Almanlar da hazır. Saat 9’ u beş geçe 4 Fransız’dan Hıristiyan olan biri randevuya dâhil oluyor. Saat 9’u 20, 25 geçe de Romanyalılar ve Afrika kökenli Müslüman Fransızlar teşrif ediyorlar. Bu durum her randevuda aşağı yukarı böyle tekrarlandı…” Görüyor musunuz manzarayı ???
Zaman kavramının önemini ve değerini, insana verilmiş nimetlerin en büyüğü olduğunu Allahütealâ Kuranın bir çok ayetinde zamana yemin etmesinden anlıyoruz. Asır Süresinde Allah, zamana yemin eder.
Peygamberimiz de, İnsanın dört şeyden hesap vermeden Allah’ın huzurundan ayrılamayacağını ifade etmiştir: “Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz: ‘Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde bulunduğundan, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından, vücudunu nerede çürüttüğünden.” (Tirmizî)
Ayetler böyle diyor, Peygamber böyle buyuruyor. Sözünde duramamayı, ahde vefasızlık etmeyi, zamanı boşa harcamayı yasaklayan din bizim dinimiz, buna karşın zamanı en kötü kullanan, erken yatıp erken kalkmayı beceremeyen, bırakın on yıl sonrasını, bir yıl, bir ay sonrasını bile planlayamayanda yine bizleriz.. Bu durumda suç dinimizin mi, yoksa O’nu anlamayan, “vaktin oğlu” olamayan biz sözde Müslümanların mı?