Sinema üzerine

xxxx855

Türk sineması neden bir türlü kabuğunu kıramıyor? Türk sineması, neden dünya vitrinine çıktığında hem gişe başarısı olarak, hem prestijli festivallerden ödüllere boğulmuş olarak geriye dönemiyor? Kuşkusuz, bu sorulara verilecek çok çeşitli cevaplar var. Türk sineması, özellikle Yeşilçam geleneğinden sonra müthiş bir atıliyet içine girmiştir. Sinemayla ilgilenen yönetmenler, oyuncular da sadece gişe başarısını endeksli yapımlara önem ve özen verdikleri için, ortaya "Recep İvedik" gibi üçüncü sınıf bile sayılamayacak nitelikte yapımlar ortaya çıkmıştır. Yeşilçam geleneğiyle, kendisine ait kurum ve kurallarıyla bir dönemin en önemli ve heyecanlı yapımlarını ortaya koymayı başardı. Yeterli miydi? Kesinlikle hayır... Yeşilçam, bir kısır döngünün etrafında devinerek yola devam eden, müthiş bir senaryo kısırlığı çeken bir yapıya bürünmüştü.Yeşilçam, sinema tekniği açısından artık kendini geliştiremeyen, belli bir bütçenin üzerine çıkamayan bir yapı arzediyordu. Geçtiğimiz günlerde Habertürk Televizyonunda 3 İnsan 3 Öykü adlı bir belgesel seyrettim. Belgesele konu olan isimlerden birisi, eski Yeşilçam jönlerinden Engin Çağlar'dı. Engin Çağlar, hayatıyla, meslek yaşantısıyla ilgili bir çok şey anlattı. Ama, bir değerlendirmesi çok dikkatimizi çekti. Dedi ki, "Eğer ben İtalya'da sinema artisti olsaydım, ilk çektiğim filmle, bütün İtalya beni tanırdı. İkinci çektiğim filmle, bütün dünya beni tanırdı. Üçüncü çektiğim filmle, dünyanın en zengin bölgesinden malikaneler alırdım, dördüncü çektiğim filmle en prestijli film ödüllerini kazanırdım"

Yani, demek istiyor ki, doğru zamanda, yanlış mekanda dünyaya geldim.

İyi de, bütün bunları yapabilmek için, içinde bulunduğunuz ortamı neden değiştirmeye gayret göstermediniz? Yeşilçam, güzel olduğu kadar, çok matah yapımlara da imza atmıştır. Bir gün geldi, zengin kız fakir oğlan, fakir kız zengin oğlan senaryolarından herkese gına geldi. Neden bu tür senaryoları oynamayız diye kayıt koymadınız? Yaptığınız filmler, ortaya koyduğunuz eserler, çektiğiniz senaryolar İtalya, Fransa veya Hollywood düzeyine bırakın erişecek, yaklaşabilecek nitelikte yapımlar olsaydı, bu söylediğiniz doğruydu. "Ben çok iyi oyuncuyum, ama oynadığım ortam yetersiz".... O zaman bulunduğunuz ortamı da değiştirecek bir şeyler yapmanız gerekmiyor mu?

Hollywood'un üçüncü sınıf filmleri bile bugün sinemalarımızda gişe üzerine gişe yaparken, Yeşilçam filmlerinin artık yerinde sayması, bu işle ilgilenenlerin kusurudur, ayıbıdır. Türk sinemasını bir kısır döngü içine koyan saikleri, sebepleri bulup ortadan kaldırmak, en azından yeniden dirilişin hesaplarını ortaya koymak gerekiyor.

Hani bir şehir efsanesidir....Fransızlar sözde TRT'ye müracaat etmişler ve "Bize tarihi film gönderebilir misiniz? Hem arşiv yapıyoruz, hem de televizyonlarımızda göstereceğizi" demişler. Bizimkiler, arşivlerinde ne kadar Tarkan, Malkoçoğlu, Kara Murat filmi varsa göndermişler.... 3 ay sonra yeniden kendilerinden aynı talep gelmiş. Bizimkiler, "Gönderdik ya" diye karşılık vermişler.... Fransızlar, "Biz sizin o gönderdiğiniz filmleri komedi kuşağında oynatıyoruz" diye çok ince bir cevap vermişler.

İşte Yeşilçam'ın hali bu? Elalem, Truva yapıyor, gişenin en dibini buluyor. Bizimkiler ise, sayısız kahramanlık, sayısız destan, sayısız meydan muharebesi, sayısız efsanenin bulunduğu tarihimizden çıkara çıkara Malkoçoğlu çıkarıyorlar, hiçbir özelliği olmayan Tarkan'ı çıkarıyorlar. Daha sonra da Yeşilçam'ın bir jönü de, "Keşke İtalya'da doğsaydım" serzenişinde bulunuyor.

Önemli olan doğduğunuz topraklarda yaptıklarınızla efsane olabilmek! Öyle değil mi?