Kayseri'nin tabiî ve tarihî yapısı, kimliği ve maruz bırakıldığı metamorfoz hâli ile ilgili yazdığım yazı bir hayli ilgi topladı. Ama Kayseri Belediyesi'nde görev yapan arkadaşlar yazıdan rahatsız olmuşlar. Doğrudan Kayseri Belediyesi'nin rahatsız olmasına gerek yok. Çünkü yazıda söylediklerim, bir dost eleştirisi ve önerisidir. Bir cinayet işleniyor onyıllardır; gelinen son noktada işlenen, şehrin Selçuklu ruhunu yok edecek bir cinayete dikkat çekmeye, bu cinayeti önlemeye çalışıyorum. Bu benim bir yazar ve imal-i fikir eden bir vatandaş olarak vazifem.
Dünyanın en güzel şehirlerini kurmuş bir medeniyetin çocuklarıyız biz. Ama Cumhuriyet dönemi, şehircilik açısından arabeskle eurobesk arasında gidip gelen tam bir uçurum hâli ve felâket dönemidir. Şehirlerimiz, mahvedilmiştir. Camilerimiz, rezildir, berbattır, arabeskin en kötü örneklerini oluşturuyor: İslâm dünyasının hiçbir yerinde bu kadar berbat camiler yok.
Sadece cami mimarisi değil, sivil mimari de tam bir rezalet: Dünyanın en kötü şehirleri, en “kiç”, en kimliksiz, en yoz ve yozlaşmış şehirleri ne yazık ki, Türkiye'de bulunuyor… Bu durum yüzkarası bir durumdur. Bizim Sinan'ın çocukları olduğumuzu ispat eden en küçük bir örnekle bile karşı karşıya değiliz: Turgut Cansever gibi bir mimar geldi geçti bu ülkeden ve hiçbir belediye, bu ülkede Sinan'ın gerçek mirasçısı, çağdaş Sinanımız Turgut Cansever'in yaşadığını umursamadı, görmedi bile… Ama şimdi onun adına ne güzellemeler yapılacak, ne ödüller verilecek, ne sahte timsah gözyaşları dökülecek… Hiç söylemeye bile gerek yok bunları…
Cumhuriyet döneminin yaklaşık son çeyrek yüzyılında kısmen ANAP'la ama özellikle de Refah'la başlayan ve AKP ile süren belediyecilik anlayışı, altyapı hizmetlerinin tamamlanması, halkın “beyaz masa”larla yönetime bir şekilde katılması ve dolayısıyla halkın taleplerinin ilk defa ciddiye alınması, gündelik sorunlarının halledilmesi açısından bir dönüm noktasıdır.
Ama yerel yönetimler ve dolayısıyla belediyecilik, altyapı hizmetlerinden ve gündelik sorunların halledilmesinden ibaret değildir. Belediyeciliğin en “ilkel” şartları bunlardır zaten. Belediyecilik, tabiî ve tarihî çevrenin korunması, sosyal, kültürel ve ekonomik çevrenin bu tabiî ve tarihî çevreye ruh katacak, canlılık katacak şekilde yapılandırılmasını zorunlu kılan zorlu bir iştir. Bu açıdan bakıldığında son 25 yıllık belediyeciliğin da bir felâket olduğunu görmek ve Sinan'ın çocukları olduğumuzu artık daha fazla gecikmeden ispat etmek zorundayız.
Sinan'ın yurdu Kayseri, Sinan'ın ruhunun yaşadığı, Kayseri'ye ruh verdiği, Erciyes'le birlikte kozmik bir dans gerçekleştirdikleri bir şehir olmaktan uzaktır. Elbette ki, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı, Mehmet Özhaseki, Türkiye'nin en çalışkan, en başarılı, büyük projelere imza atmış belediye başkanlarından biridir; hatta birincisidir bile denebilir. Ama Kayseri'nin tabiî ve tarihî kimliğini korumaya dönük ve bu çerçevede sosyal, kültürel ve ekonomik bir doku oluşturma yönünde esaslı bir belediyecilik anlayışı ortaya konduğunu söylemek ne kadar mümkündür, bunu kendilerine ve vicdanlarına bırakıyorum…
Kendimizi kandırmanın âlemi yok: Gelecek 50 yılı, hatta 100 yılı düşünen bir belediyecilik anlayışı ile hareket edilmediği ve ona göre projeler geliştirilmediği sürece, şehirlerimiz ruhsuz, kimliksiz, yaşanamaz yerler hâline dönüşmekten kurtulamayacaktır.
Özhaseki'nin basın danışmanı sevgili Yusuf Yerli kardeşim, Kayseri'deki belediyecilik anlayışı konusunda beni doyurucu bir şekilde bilgilendirdi. Pazartesi günkü yazıda Kayseri'de belediyecilik ve şehircilik açısından örnek çalışmalar yapılıp yapılmadığına ve ne tür örnek çalışmalar yapıldığına yakından bakacağız…