Silah Kimin Elinde

Recep KOÇAK

Kullanım şekline ve kullanıcının tavırlarına bakılırsa basın yayın araçları çoğunlukla “silah” olarak algılanıyor. Esasen sağlıklı yaklaşım, yazılısı, işitseli ve görseli ile medyanın tüm unsurlarını “iletişim aracı” olarak görmektir.

Medyayı, “dördüncü kuvvet” olarak görmek genel kabulü vardır. Ama medya patronlarının “samimi” itiraflarına kulak verilirse, “medya, birinci kuvvet”tir.

Patron, elindeki iletişim araçlarıyla ya da medya silahıyla kotardığı işleri, oluşturduğu havayı, iktidar ve muhalefet üzerinde meydana getirdiği tesiri düşündüğünde “birinci kuvvet” olma dışındaki bir seçeneği “komik” buluyor anlaşılan.

Yıllar önce Şanlıurfa’da Kapalı Spor Salonu’nda bir programa katılmıştım. Programın bir bölümünde konser verilmiş, ben de konuşma yapmıştım.

28 Şubat rüzgârının şiddetini artırdığı bir dönemde idik. Ben konuşmamda bir televizyon reklamında geçen, “Bu Türkler de çok oluyor!” esprisine gönderme yaparak, “Birileri bu ülkenin asli unsurlarına, sahiplerine ‘çok oluyorsunuz!’ diyor. Oysa biz bu ülkede hep çoğunluğuz, hep çok olduk, çok olmaya da devam edeceğiz” dedim.

Dinleyenlerin hissiyatına tercüman olan bu sözler bol alkış aldı. Tezahürat yapıldı.

Ertesi gün ulusal gazetelerden birinde haberin “kuşa çevrilmiş” olarak yer aldığını hayret ve dehşetle gördüm.

O günlerde bir gazetede yazıyordum, ilgili haberde gazetemin adı yanlış yazılmıştı. Soyadım yanlış yazılmış, ne dediğim ise merak edilmemiş, salonda bulunan dinleyicilerin kışkırtıldığı, galeyana getirildiği iddia edilerek ilgili mercilere, bir nevi “ihbar”da bulunulmuştu.

Ertesi gün köşemden düzeltme yapmış, haberi çarpıtarak, özensiz ve dikkatsiz bir şekilde yayınlayan gazetenin düştüğü acıklı durumu okuyucularımla paylaşmıştım.

Bunu yaparken de meşhur hikâyeyi hatırlatmıştım:

Adam akşam işten evine yorgun argın dönmüş. Eşi sohbet etmek istiyormuş. Kadın, kocasının konuşmaya mecali ve hevesi olmadığını görünce kendisi anlatmaya başlamış ve demiş ki, “Bugün hanımlar arasında bir sohbet toplantımız vardı. Güzel bir hikâye diledim, sen mutlaka bilirsin o hikâyeyi. Hani, çocuğu olmayan bir kadın evliya, bir kızının olması halinde onu kurban etmeyi adamış. Sonra da kızı doğunca sözünü hatırlayıp kurban etmek üzere harekete geçmiş ki, Allah bir keçi göndermiş. Kadın evliya kızını kurban etmekten kurtulmuş.”

Yorgun adam derin bir of çektikten sonra, “Hanım” demiş, “Ben bu hikâyenin neresini düzelteyim. Kadın evliya değil İbrahim a.s, kız çocuğu değil erkek çocuğu yani İsmail a.s, keçi değil koç”.

Allah kimseyi bizim medyanın bir kısmının eline düşürmesin. Yüzde yüz yalan olduğunu bildiğiniz bir haberi düzeltinceye kadar akla karayı seçersiniz. Düzeltme ya da tekzip yayınlatmak öyle her babayiğidin harcı olmadığı gibi, hakkında yalan yanlış haber yapılan bir kurum bile olsa, onların işi de kolay olmayacaktır.

Ulusal bir gazete Almanya Deniz Feneri e.V. davası ile ilgili olarak 18 kişi hakkında alınan “tedbir kararı”nı manşetten veriyor. “Türkiye Deniz Feneri Derneği Genel Başkanı Engin Yılmaz hakkında da “tedbir kararı aldı” diye yazıyor.

Haberin bu kısmı külliyen yalan. 18 kişinin arasında Engin Yılmaz’ın adı geçmiyor. Konu ile ilgili hazırlanan ajans haberlerinin hiçbirinde bu isim yok. Yılmaz’ın şahsına yönelik alınmış ve kedisine bilgisi ulaştırılmış böyle bir karar da bulunmuyor.

Yalan haberi yayınlayan gazeteye düzeltme talebi aynı gün kurum avukatının imzası ile ulaştırılıyor. Yazının Genel yayın Yönetmeni’ne ulaştığının teyidi de alınıyor.

Sonra da düzeltmenin yapılmasını beklemeye başlıyor Deniz Feneri yöneticileri. Düzeltme yapılmıyor.

Gazetenin genel yayın yönetmeni telefonla aranıyor. Hatırlatma yapılacak ve düzeltme talebi tekrarlanacaktır.

Yönetmen “toplantıda” olduğunu söyletiyor. Sekreter hanım notlarını alıyor.

Dönüp konuşan yok, düzeltme yapan yok.

Şimdi hukuki yollardan tekzip işlemler devam ediyor.

Mecbur kalırsa düzeltmeyi yayınlayacak ama o zamana kadar Engin Yılmaz’ın şahsının gördüğü zarar, Deniz Feneri Derneği’ne sürülen kara lekenin o haberi okuyanların hafızalarında oluşturduğu olumsuzluk derinleşmeye devam edecek…

Bugünkü gazetelerin hepsinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin olağan il kongresi için Şanlıurfa’ya gidişi ile ilgili haberler var. Başbakan Erdoğan’ı Havaalanında karşılayanlar arasında Belediye Başkanı Dr. Ahmet Eşref Fakıbaba da bulunmuş. Başbakan’la Fakıbaba arasında “Hoş geldiniz”, “Hoş bulduk” uzunluğunda bir karşılaşma ve konuşma olduğu anlaşılıyor.

Gazetelerden bazıları bu karşılaşmayı haber yaparken Vali Yusuf Yavaşcan’ın fotoğrafını Fakıbaba niyetine basmışlar. Doğan grubunun bazı gazeteleri Fakıbaba fotoğrafına doğru yer verirken, bazıları yanlış resim kullanmışlar.

Bugün Vali Yavaşcan ve Başkan Fakıbaba o gazeteleri okurken acı acı gülümsemişlerdir.

Ülkemizde 81 il ve o illerin birer valisi, birer de belediye başkanı bulunuyor. Son yerel seçimlerde Fakıbaba günlerce medyanın gündeminde idi. Şanlıurfa gibi sıkça gündem gelen bir ilin valisini ve belediye başkanını tanımayan sayfa sekreteri, istihbarat şefi, yayın yönetmeni nasıl bir mazeretin arkasına sığınabilir?

Vali ile belediye başkanını karıştıran medyanın yöneticileri asgariden valiye, başkana ve okuyuculara saygısızlık yapmışlardır.

Onun için “Bu medyanın eline Allah kimseyi düşürmesin!” duamızı tekrarlayalım. Ama yanlış yapanlarla mücadeleden de vaz geçmeyelim.

Medya bu kadar etkili, muktedir ve sorumsuz davranabilme gücüne sahip olduğu ve elindeki araçları bir “silah gibi” kullanabildiği müddetçe neden “dördüncü kuvvet” olmaya rıza göstersin ki?

Özetle “medya silah”ı, büyük ölçüde bilgisiz, meraksız, dikkatsiz, sorumsuz, tarafgir, kaygısız ve saygısızların elinde. Vay bu milletin haline!

Her sabah evimizden çıkarken bu güruhun şerrinden Allah’a sığınmayı ihmal etmeyelim.

gumuslale@gmail.com

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.