Şu bizim basın bir âlem gerçekten... Milli maç vesilesiyle gittiğim İsviçre'den izlenimler yazarken bizden önce aynı yoldan geçmiş meslektaşların yazdıklarını okuyup gıpta etmekten kendimi alamamıştım. Duyduğum hislerin yazıma nasıl yansıdığını hatırlatayım: "Cenevre'deki Portekiz maçına gidenler sarı ceketli gazetecinin İsviçre bankasına yatırdığı parasının hesabını oteline çağırdığı bankerlerden aldığını, diskolarda sabahladıklarını yazdılar. Bizde öyle öyküler yok."
"Sarı ceketli gazeteci kimdir, ne parası?" diye soranlar çıktı içinizden, ancak çoğunuz aldırmayıp geçtiniz. Önem verseydim, ya da o satırlarımla birine saldırmak isteseydim kimliğini açıklardım. 'Öykü' demişim zaten anlatılanlar için... Yine de alınan çıktı. Dün, bir gazetede, adımı başlığa yansıtmış kocaman bir yazıyla karşılaştım. Yazarı üç ay önce bir başka vesileyle yazdığı hakkımdaki olumsuz düşüncelerini neredeyse sözcüğü sözcüğüne bir kez daha tekrarlamış.
Beni 'sazan' yapmış, kendisiyle dalga geçen bir iddiasını doğru sayıp yazıma aktardığım için... İyi de, yazı ortada, yazının konuyla ilgili satırları da yukarıda; bu kadarcık malzemeden kocaman bir hakaretname çıkarmak için Doğan Grubu yazarı olmak gerekiyor galiba...
Vatan'ın da mensup olduğu grubun amiral gemisinde de koca bir köşe dün yine kemter yazarınıza ayrılmıştı. Bu defa konu Bilderberg. Vaktiyle Bilderberg'e çağrılıp döndüğünde dinlediklerini aktarması vesilesiyle yazılarıma konu etmiştim kendisini. O gün bugündür içinde mutlaka adım geçen Bilderberg yazıları kaleme alıyor; böylece beni de kendisinden bahsetmeye zorluyor. İyi bir taktik.
Hürriyet'te bu taktiği uygulayan hayli yazar var. Ancak onlar beni okumadıklarını iddia ettikleri için ben de burada kendilerinden isimleriyle söz etmiyorum. Mesleğimizin medar-ı iftiharı da olan pop sosyolog yazarımız dahil... Ne yapalım, "Madem öyle, işte böyle" diyenlerdeniz biz...
Geçen gün muhteşem bir yazıya daha imza attı pop sosyologumuz. Şu yakınlarda Murat Belge Radikal'den ayrılıp Taraf'ta yazmaya başladı ya, Sabah'tan Şirin Sever bu geçişin sebebini sormuş. Belge de, "Madem demokrasiye angajeyim, o zaman a'dan z'ye demokrasiye angaje olan, onu ilân eden bir yayın organında bulunmak işime gelir" demiş...
Kartezyen de olan pop sosyologumuz artık patronların istediği yazarı rahatlıkla atabileceği sonucunu çıkarmış bu açıklamadan. Buna 'altın içtihat' bile demeye getiriyor. Okuyalım mı?
"Dediğim gibi, kimse sesini çıkarmadığına göre, şu içtihat kararlarını alt alta yazabiliriz: / 'Bir yazarın, görüşünü beğenmediği yazarlarla aynı gazetede yazmama hakkı vardır ve bu hak çok doğal, çok demokratik bir haktır.' / Hukukta, akitler tek taraflı olmaz, bunun bir de karşı tarafı vardır. / Demek ki, 'Bir gazete sahibinin de görüşlerini beğenmediği, antidemokratik bulduğu yazarlarla el sıkışma, onların işine son verme hakkı vardır ve bu hak son derece doğaldır'. / Tabii aynı hakkı, genel yayın yönetmenleri için de geçerli saymamız gerekir. / Bu içtihat artık Türk basın tarihinin duvarlarına altın harflerle yazılmıştır."
Mutluluğu paçalarından akıyor, görüyorsunuz... Sadece patronu namına adam atma hakkını kazanmakla kalmadı, bir vücut çalımıyla aynı hakkı kendisine de aldı...
İyi de, kendisi ya da kendisiyle aynı konumda bulunanlar ellerinde böyle bir içtihat olmadan da adam atıyorlardı. Zeynep Atikkan aklıma geliyor, Oya Berberoğlu da... Bunlar Hürriyet'ten atılmışlardı. Ayrıca Umur Talu, Zeynep Oral, Nilgün Cerrahoğlu gibi bugün başka gazetelerde yazanlar da vaktiyle kendisinin 'yayın grubu başkanı' olduğu gruptan kovulmuşlardı. Geçenlerde kaybettiğimiz Duygu Asena da öyle...
Gayet kolayından 'içtihatsız' adam atıldığı günlerden -adam atmak için illâ 'içtihat' gereken günlere mi geldik? Aman Allah'ım başımıza taşlar mı yağacak? Şu Ak Parti devrinin medyaya nasıl yansıdığına bakınız! Artık fetvasız, içtihatsız adam bile atılamıyor, bırakınız adım atmayı...
Bereket, grubun gazetelerinde şakadan ve ciddiyetten anlayan 'sarı elbiseli yazar' gibi-ler var da o sayede fetvalara ve içtihatlara karşı muhteşem lâiklik savaşları veriliyor. Bir kere katılmakla kendisini gerçekten 'Bilderbergçi' olmuş sayan yazarı da unutmamalıyım doğal olarak...
O yazar, dünkü yazısında, müthiş mizah gücünü kullanarak Bilderberg'i artık neden yazmadığımı sorguluyordu. Bu sorunun basit bir cevabı var: Yoruldum da ondan. Sizlerden yoruldum. Gazeteleri okumak şu günlerde bana azap. Hangi yaveye, ne cevap vereceksin? Başkalarının yazdığını okumadan da yazı yazılamıyor ki...
Bu kısır döngünden kurtulmanın yolunu aramaktayım.