Aylardır Suriye krizi üzerinden bir tür kimlik savaşı, mezhep savaşı tehlikesine dikkat çekiyoruz. Irak'ta en acı örneğini yaşadığımız, Suriye'deki değişim süreci ile patlayan, Lübnan'da çatışmalara kadar uzanan kimlik eksenli bölünme önümüzdeki onlarca yılın en önemli tartışma konularından biri olacak.
Ancak, ayrışmayı ısrarla mezhep kimliği üzerinden ele alırken bir başka tuzağa doğru hızla çekildiğimizin ne kadar farkındayız? Kimlikler savaşı her ne kadar dini kavramlar üzerinden yürütülüyor gibi görünse ya da toplumlar, mezhep gibi son derece hassas ve çoğu zaman hissiyata dayanan farklılıklar üzerinden cepheleşse de, esas düşmanın maharetle gizlendiğini neden farketmiyoruz?
Burada mezhep ayrışması olmadığını söylemiyoruz, ikili bir tehditten söz ediyoruz. Bu iki tehdit birbirini tamamlarken, devletler toplumlar üzerinde daha etkili olan mezhep üzerinden oyun kuruyor, yüzyıllara dayanan çatışma sebebini gizliyor.
Bu gerçek etnik ayrışma, çatışma tezleridir. Türk, Arap, Fars ve Kürt'lerden oluşan bölgenin dört asli unsuru arasındaki ilişkilerin tarihsel seyrine bakarsanız, kimlik üzerinden, mezhep üzerinden etnik mücadeleler yaşandığını, bölgenin son bin yıllık tarihinin büyük oranda bu çatışmaların ya da ittifakların ürünü olduğunu, ezeli mücadelenin bugün başka başka görüntüler altına gizlenerek devam ettirildiğini, bugüne ve geleceğe yönelik hesapların aslında geçmişin mücadelesinin devamı olduğunu anlarsınız.
Bu yüzden mezhep çatışmaları ihtimali ile birlikte bu gerçeği de derinlemesine tartışmalıyız. Bizim mezhep çatışması dediğimiz örneklerin büyük çoğunluğu aslında bir Arap-Fars çatışmasıdır. Suriye'de veya Lübnan'da bunu görürsünüz. Irak işgali bu anlamda Araplara, ABD'li müttefikleri tarafından atılmış bir kazıktır. Arap ülkesinin doğu sınırını koruyan Irak, onlardan alınıp İran'ın denetimine bırakılmıştır.
Saddam Hüseyin'in boynuna ilmik geçirildiği sırada "Fars insanlarına dikkat edin" sözü aslında bu ezeli mücadelenin göstergesidir. Suudi Arabistan'ın bölge ülkelerini İran'a karşı bir ittifaka çağırmasının sebebi budur. S. Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerinin "Arap ordusu" kurma kararı, Bahreyn'deki direnişi ezme kararı, bu ülkelerle birleşmeye yönelik çabaları bundandır.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal'ın 2005 yılında, New York'ta Dış İlişkiler Konseyi'nde söyledikleri bu gerçeği en açık şekilde ortaya koydu. "Irak Kuveyt'ten çıkarıldıktan sonra İran'ı Irak'tan uzak tutmak için beraber savaştık. Fakat bugün Irak'ı hiçbir neden olmadan tamamen İran'a teslim ediyoruz" diyen Faysal, ABD'yi Irak'ı İran'a teslim etmekle suçladı.
Suudi yönetiminin Suriye konusunda, Katar'la birlikte yürüttüğü keskin mücadelenin altında Arap-Fars mücadelesinden başka bir şey yok. Bölge ülkelerinin geleceğe dönük siyasi hesapları, jeopolitik planlamaları bu gerçeğe göre şekillenmiştir. Arap dünyasının doğu kapısını oluşturan Irak bir mevzi idi ve çöktü. Suriye'deki İran destekli rejimin yıkılması Irak'ın intikamının alınması ve yeni bir mevzi inşa edilmesi anlamına da geliyor.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu büyük hesaplaşma, bizim sokaklara mezhep çatışmaları olarak yansıyor. Maalesef oyun kurucular, sokaklara yansıyan bu görüntüden oldukça memnun. Türkiye'de pek kimse bu konuları göz önünde bulundurmuyor. Günübirlik hamasi söylemler, fevri tavırlar Türkiye'yi Arap-Fars çatışmasında taraf olmaya zorluyor. Oysa Türkiye'nin gücü, bu bölgesel güç mücadelesinde sağlam zeminde durmasına bağlı.
Biz, yüzyıllara dayanan bu güç çatışmasına taraf olursak bir başka ayrışmanın içine çekilmiş olacağız. Osmanlı İran gerilimlerine, Çaldıran savaşı günlerine dönüp bugüne bakmakta fayda var. O çatışmalar da mezhep kimliği üzerinden yürütülmüştü. Ancak altında etnik mücadele de vardı.
Bugünün Arap-Fars çatışmaları ile o günün Osmanlı-İran çatışmaları birbirine çok benziyor. Her ikisi de mezhep kimliği altına gizlenmiş hem etnik hem de jeopolitik hesapların ürünü. Bir tür bölgesel hakimiyet mücadelesi. Eğer Türkiye, Suudi Arabistan-İran denkleminin içine düşerse, bölgeyi toparlayıcı rolü yerine keskin bir taraf olursa, Arap-Fars mücadelesi sonrası Türkiye-İran mücadelesini bugüne çağırma noktasına kadar gidebilir.
Günlük siyasi çekişmelere kapılmadan bunları da düşünmekte fayda var.