Ülkeler mi yoksa havayolu işletmeleri mi, kim kiminle tekmeleşiyor anlamadım ama olan bize oldu... Önce, Zagreb’e akşamüstü gerçekleşmesi gereken uçuş gece yarısına alındı, ardından da sabaha karşı indiğimiz havaalanında iki polis memurunun insafına terk edildik...
Otele vardığımızda saat sabahın dördüydü... Hırvatlar gırgıra başlamışlar bile...
Alkollü araba kullanmada sınır olan sıfır beş promil, Türkiye maçından sonra sıfır üçe indirilmiş...
***
Sabah, Sonbahar renkleriyle harelenmiş güneşli bir kentte uyandım...
Tarihsel kökenleri birinci yüzyıla kadar giden Zagreb, Tuna’nın heybetli kollarından biri olan Sava Nehri etrafında kurulmuş, kendine has bir stili ve derinliği olan bir kent...
Kültürel kimliği ile insanı hemen etkiliyor... Adeta müze ve konserler kenti gibi...
Zagreb’de beni en çok etkileyen simgelerden biri de Tesla’nın heykeli oldu...
Nikola Tesla, Sırp asıllı fizikçi, mucit, makine mühendisi ve elektrik mühendisi. 19’uncu ve 20’nci yüzyılın en ilginç buluşçularından biri olarak biliniyor...
Hem elektriğin, hem de radyonun gerçek mucidi olduğu söyleniyor...
Sırp asıllı ama ömrü Zagreb’de geçmiştir... Dünyada başka bir yerde daha heykeli olup olmadığını merak ettim, galiba bir tane de Belgrat Havaalanı’nda varmış.
Tesla, Prag’daki tahsilini 1880’de bitirmiş... Eğitim görürken yabancı teknik eserleri okuyabilmek için Sırpça ve ailece bildikleri Almancaya ek olarak İngilizce, Fransızca ve İtalyancayı da öğrenmiş.
Elektrikte alternatif akımlardan yararlanmayı keşfederek elektrik motorlarının geliştirilmesini sağlayan Tesla, en büyük mucitlerden biri olarak kabul edilmesine ve yüzlerce patentli ürüne imza atmasına rağmen piyasadan, paradan puldan nefret ettiği için 1943’te beş parasız olarak ölmüş.
***
Kentin büyük katedralini ziyaret etmekle kalmadık, çarşı pazarı da dolaştık...
Pazardaki meyve sebze, yiyecek içecek fiyatları Türkiye’dekilerin yarısıydı...
Zagreb, aynı zamanda heykellerin diyarı... Kentin en ünlü pazarına, malını pazara başının üzerindeki tepside taşıyarak getiren ‘meçhul satıcı kadın heykeli’ dikmişler.
Ve demokratik bir oylama mekanizmasıyla bir de bu heykel kadına bir ad vermişler...
***
Çarşı pazardan, dükkân ve pasajlara terfi ettiğimizde de Zagreb’in danteller ve kravatlarıyla ünlü olduğunu gördük.
Danteller, kent kültürüne rahibelerin bir armağanı...Kravatın ise daha başka bir geçmişi var... 1635’de, 30 Yıl Savaşları’na giden Hırvat askerlerini uğurlayan eşleri, sevgilileri, anneleri, başlarından çıkarttıkları atkıları, sevdikleri adamların boyunlarına bağlamış ve birer düğüm atmışlar.
Bir yandan evlerinden uzakta oldukları sürece bu atkıları her gördüklerinde kendilerini ve evlerini anımsamalarını istiyor, bir yandan da attıkları özel düğümlerin erkeklerini kötülüklerden koruyacağına inanıyorlarmış...
Hırvat askerlerin boyunlarındaki kadınlardan yadigâr bu bağlar Fransız modacıların elinde önemli bir aksesuara dönüşmüş... Kravat doğmuş... Kentin en popüler mağazasındaki ipek kravatları da gözden geçirdik...
***
Ülker firmasının her maç davetinde rastladığımız türden, kentin ortasındaki Sonbahar ormanı içindeki muhteşem yemeğimiz çoktan bitti, maç saati yaklaşıyor...
Herkes bir mucize peşinde...
Birazdan aynı otelde kaldığımız ve sabah kahvaltı ertesinde ‘şike konusunda’ ayaküstü şakalaştığımız Futbol Federasyonu Başkanı ve yönetim kurulu üyeleriyle birlikte stada doğru yola çıkacağız...
***
Maç sonucu ile ilgili olarak şunu da söylemeliyim... Zagreb’in en önemli özelliklerinden biri de dünyanın tek ‘Kırık Kalpler Müzesi’nin bu kentte olması...
Müzede yitirilmiş aşkların hikâyeleri var...
Müze ziyareti yarınki programımızda...
Bakalım, müzeyi ‘kırık kalple’ mi ziyaret edeceğiz yoksa mucizelere inanmaya devam eden ölümlüler olarak mı?
Yazı yayımlandığında hepsi çoktan belli olmuş olacak...
Zagreb’den sevgilerle, ne diyeyim?