Uzun bir aradan sonra yine aranızda olmaktan büyük bir sevinç duyuyorum. Suskunluğuma söz dinletemedim, kâlemim can çekişti adeta. Rahat nefes almaya başladı yazmaya başladığımda.
Bugün ki yazımda kadına yönelik şiddetden bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz üzere geçtiğimiz yakın zamanda Almanya´nın bir şehrinde, kadın sığınma evinde sosyal pedagog olarak stajerlik yaptım. Toplam 60 gün. Kadına yönelik şiddet denilince Almanya´da ilk akla gelen kesim, ya Türk kesimi ya da Müslüman kesimi oluyor. Bunun doğru olmadığını da herkes bilir aslında.
Şiddet denilince herkes gelmeli akla. Çünkü yapılan istatistik verilere göre Almanya´da dört kadından biri şiddete maruz kalıyor. Ve Almanya´da ne sırf Türkler ne de Müslümanlar yaşıyor. Bunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Yapmış olduğum staj´da bunu bizzat kendimde müşahede ettim. Kadın sığınma evine sığınanlar arasında Türk kadınlarının veya müslüman kadınların sığınma oranı oldukça az. Çok az da değil, bunuda vurgulamak gerekiyor. Fakat çoğunluğu Türk-Müslüman da değil!.
İstatistik verilerinin doğru olup olmadığını araştırmak üzerine yazılan bir yazı değil benimkisi. Bu yazımda, şiddetin ne demek olduğunu ve kadınlar üzerindeki etkisinden kısaca söz etmek istiyorum.
Şiddet denilince de akla ilk gelen fiziksel şiddet oluyor. Lâkin sirf bunla kalmıyor; ekonomik, cinsel, sözel ve psikolojik şiddetlerde var.
Hepsi de birbirinden berbat, birbirinden kötü. Uygulayan ve uygulanan kişiyi de hayattan bezdirecek şeydir bunlar. Şiddet insanın fıtratına aykırı bir eylemdir. Şiddetin azı çoğu olmaz, şiddet şiddettir.
Atılan bir tokat, hakaret edilerek söylenen bir söz bile şiddettir. Şiddet denilince akla otomatikman kadınlar geliyor. Eşlerinden yedikleri dayaklar. Mor gözlü, kırık bacaklı kadınlar. Yani zavallılar!. Eşinden değer bekleyen, ne yazık ki, bol bol dayak yiyen kadınlar. Dayak olayını sadece kadınlarda görmemekteyiz. Dünya´da kadınlardan dayak yiyen erkekler de mevcut, fakat ben çoğunluktan bahsetmek istedim.
Eşleriyle konuşarak değilde kas güçüyle güçünü paylaşan erkeklerin psikolojisini merak ediyorum. Onlar kendi dünyalarında bir memnuniyetsizlik yaşarlar. Hem onlar şu sözü unuturlar, “Erkeğin kadınını dövmesi, güçlü olduğunu değil, güçsüz olduğunun göstergesidir”
Güçsüzlüğün ta kendisidir şiddet. Maalesef yol ortasında yoğun trafikte durup eşini eşsek sudan gelinceye kadar döven eşler vardır. Fakat eşsek sudan gelmeyecektir. Kadını hiç sormayın, eşinden dayak yemenin acısı ve birde uluorta herkesin gözü önünde yediği dayağın ezikliği ile perişan olur. Soruyorum şimdi hepimize, bu erkek erkek midir? Veya bu erkek sağlıklı mıdır?
Tarih boyunca kadın bir malzeme gibi kullanılmış, bir mal gibi satılmış, hor görülmüştür. Ve daha sonra yıl 571 de Doğan bir Güneş ile kadına kadınlık hissi tekrar bağışlanmıştır. Kadınlar baştacı bile yapılmıştı. Çünkü, „cennet“ onların onlar gibilerin yani annelerin ayakları altında saklıydı. Bu ayaklara hiç yumruk atılır mı? Maalesef o doğan güneş ile yeniden hayat kazanan kadınlar, şimdilerde ise yine can çekişiyorlar.
„Kadının sırtından dayağı eksik etmeyeceksin“ , „Erkeğin vurduğu yerde gül biter“ düşüncesi tekrardan beslenmeye başlandı. Üstüne üstlük bu ayıbı, psikolojik rahatsızlıklarını utanmadan Allah´ın emriymiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar. Neymis efendim dayak Allah´ın emriymiş. Hangi emirden bahsediyorsunuz siz? Yoksa siz dayak cennetten çıkmıştıra inanan zavallılardan mısınız? Ne cennet dayaktan çıkmıştır, ne de dayak cennetten. Dayak, psikolojisi bozuk, karakteri oturmamış, ahlaki değerlerden yoksun olan insanların ellerinden çıkar ancak. Yapılan ayıpları, vicdanınızı rahatlatmak için başka yerlere fırlatıp durmayın.
Madem dayak atmasını çok iyi beceriyorsunuz, yaptığınızın arkasında erkek gibi durmasını da becerin de görelim.
Farkındayım yazım gidikçe sivrileşiyor, buna sebeb kendiminde bir kadın oluşum değil, sadece böyle bir zihniyete sahip olan insanların var olduklarını bilip görmemdir.
Son sözüm olsun;
„Kadına şiddet heryerde aynı; şehirler, ülkeler farklı olasada.“