Sezar hükümdarı temsil eder de, ‘tanrı’ Allah’ı temsil eder mi… Nitekim hükümdar çoktur… Tanrı (put) da… Ama Allah öyle mi! Bir de bu söze göre Sezar’ın yani hükümdarın ‘tanrı’ya ait olmayan hakları var. Peki Allah’a ait olmayan var mı! Mülk kimin… Ya da ‘mülk’ ne demek… Hz. Ömer ‘adalet mülkün temelidir’ derken ne demek istemiştir mesela... İlk aklımıza gelen şey olmasa gerek değil mi… Biraz açalım.
Aslında kritik konu da bu; mülk… Yani devlet… Devlet=Egemenlik’tir bir yandan da… Egemenliğiniz yoksa devletiniz de yoktur zira... Bir ortağı varsa ya da ona ‘rağmen’ yapılabilen şeyler söz konusu ise işte devlet nezdindeki bu zaafiyeti, Allah kendisine karşı kullanmaya yeltenene ‘müşrik’ diyor. Gerçekte kocaman bir HİÇ olan insanın Allah’ın alanına el atma cür’eti göstermesidir bu... İşte müşrik olanların ‘cahiliyye’yi temsil etmesi bu yüzdendir; koskocaman bir hiç iken, kendisini Allah’a nisbet eder zira… Karşılaştırma doğru olmaz ama, somutlaştırmak bakımından söylüyorum; karıncanın fili ezme girişiminden beterdir bu hadsizlik… Oysa “devlet şeriki, Allah şirki kabul etmez” (tırnak içi alıntıdır).
Cahiliyye derken geçmişten bahsettiğimi zannetmeyin. O var elbet… Ama ben bugünden bahsediyorum. Hani ‘hakimiyet, bila kaydu şart milletin’ ya!… Millet kimden almıştır efendim bunu… Tanrıdan… Allah'tan alacak değil ya... Nasıl mı olmuştur; onu da anlatalım.
Orta Çağda Avrupa’da kiliseye karşı başlatılan hareket, egemenliğin “gökten yere indirilmesi” olarak algılandı. Tanrı (varsa öyle bir şey) gökte olabilir elbette… Ama Allah mekândan münezzehtir. Yaklaşık üç asır süren süreç kilisenin devlet ve toplum nezdindeki etkisini giderek azalttı. 1700’lü yıllardaki gelişmeler, yüzyılın sonuna doğru (1789) devrimle sonuçlanınca kilisenin, yanı sıra derebeylerin devlet, dolayısıyla egemenlik üzerindeki bütün yetkileri sonlandırıldı. Laiklik ve seküler düşünce bu şekilde doğdu ve “tanrının” devlet işleyişine dair hâkimiyetine son verildi. Yani bir anlamda “tanrıya” karşı bir zafer kazanılmış oldu. O nasıl tanrıysa… Bu ‘Allah’ olabilir mi hiç…
Şimdi sıra ‘bize’ geldi. Bir başka deyişle adına ‘Allah’ denen ‘tanrı’ya inananlara… Ya da Allah'ı tanrısallaştıranlara... Biraz ağır gelmiş olabilir bu cümle... İzah edeceğiz merak etmeyin....
Öyle değil midir, adına 'Allah' dediğimiz tanrı; insan ilişkilerine karıştırılmaz, hukuk, ceza, ahlâk, iktisadi ilişki yetki alanı dışındadır. Allah'ın nizamını-hükmünü yeterli bulmayan, modern dünya ile uyumlu görmeyen, kişisel ya da aile veya sosyal ilişkisine karıştırmayan... Ama yine de Allah’a inanan, müslüman olan!… Bakın Allah onlarla ilgili ne diyor; “ayetlerimizi âciz (geçersiz, hayatın dışında) bırakmak için çalışanlara gelince, işte onlar için korkunç ve acıklı bir azap vardır” (Sebe 5).
Gücün yetecekmiş gibi, bazı hakları kendisine bazılarını da tanrılardan bir tanrı zannettiğin Allah'a veriyor ve hala Müslüman olmaya devam ettiğini düşünüyor. Allah’ı sınırlandırıyor kendince… Ne yaman çelişki... Gözün görmemesi, kulağın duymaması, kalbin mühürlenmesi bu olsa gerek...
Öyledir; Allah’ı önce ‘tanrı’ mesabesine indirilir, sonra alanını daraltılır, toplum hayatından çıkarılır. Artık en mimarili ibadethaneler arz-ı endam eder etrafta ama içi boştur. İçi cumalarda, bayramlarda, teravihlerde fiziken dolsa da, yine işe yaramaz. Çünkü o camiyi dolduran insanın da ‘içi’ boştur. O da hayatında Allah’ı sınırlandırmıştır çünkü… Kılında da yoktur kıyafetinde de… Düğününde de yoktur eğlencesinde de… Çolunda da yoktur, çocuğunda, karısında, kızında, oğlunda da… Sokakta hiç yoktur, alış-verişte de… Bu, ‘Allah’ olamayacağına göre çok sayıda olanlardan (tanrı) olsa gerek değil mi… Adına ‘Allah’ demek durumu değiştirir mi… Dilimizden düşürmediğimiz (düşürmememiz gereken) tevhid kelamı anlaşılmış olsa öyle ‘bir köşeye itilmiş’ olur mu hiç…
Aslında ‘tanrı’yı dışarıda aramaya gerek de yok… Hayatının 99’unda olmadığına göre Allah bunu kabul eder mi sanıyorsun… 99’unu ‘O’na (cc) birisini kendine nisbet etsen bile kabul etmez; heyhaaat!... Allah’ın alanına girme cür’eti ne anlama gelir bilir misin Allah nezdinde… Tanrılık iddiasına Allah Sezar demez elbet; tuğyan der… Bu tabir de doğrudan tanrılık iddiasında bulunmuş firavun için kullanılmıştır; ‘innehu tağa…’ (20:24).
Öte yandan tahrif edilmiş İncil’deki söz konusu ifade Hz. İsa’ya ait olamaz. Son tahlilde Hristiyanlık da tevhid dinidir. Tevhidden ‘teslis’e evrilmiş bugünkü Hristiyanlık elbette iradeyi Allah’a vermez. Sizin anlayacağınız Hristiyanlık otoriteyi devretmek zorunda kaldığında da Allah’ı değil, çok sayıda olanı, yani tanrıyı temsil ediyordu. Yoksa Allah adına günahları bağışlama yetkisini kendisinde görür müydü…
Kavrama (lâiklik) her ne kadar siyasal anlam yüklense de; gerçek bununla sınırlı değildir. Nitekim kilisenin etkisinin azaldığı dönem batı için aynı zamanda dindarlığın da azaldığı, hatta dinsizliğin arttığı bir dönem olmuştur. İzdüşümü de bizde yaşanmadı mı… Daha kaba ve katısı amatörce uygulandığından bizde bir de din, daha doğrusu İslam düşmanları türedi… Adına müslüman diyenlerin farkı da aynı tanrıya, ‘Allah’ demesidir.
Sezar’ın hakkı yok, tanrının da… Hak da, mülk de, otorite de Allah’ındır çünkü… Vesselam…
Not: ‘tanrı’ kelimesi bilerek küçük harfle yazılmıştır. Allah’ı değil Allah'a rağmen varlık iddiasını temsil eder zira…
*Sezar’ın hakkı Sezar’a, tanrının hakkı tanrıya’