Sevinç ve gurur

xxx654
Tuttuğum takım olan Fenerbahçe için defalarca (tabii maçına göre) aynı kavram ikilisini kullandım. İyi oynayarak kazandığında: " Sevindim ve gurur duydum ."
Kötü oynayarak kazandığında: " Sevindim ama gurur duymadım ."
Aynı durum elbette Milli Takım için de geçerli:
Son saniyede 2-1 kazandığımız İsviçre maçında: " Sevindim ama gurur duyamadım ."
2-0 geriden gelip 3-2 kazandığımız Çek maçında: " Hem sevindim, hem gurur duydum ."
Yine son anda gol atarak maçı uzatmalara götürerek penaltılarla kazandığımız Hırvatistan maçında: " Sevindim ama gurur duyamadım ." 90 dakikada ' yarım' pozisyon bulabiliyoruz, o da gol oluyor.
Almanya maçı: " Yenildiğimiz için elbette sevinmedim ama gurur duydum ." Almanların böylesine aciz bir hale düştüğü pek az maç vardır.
Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere fikir ve duygularını açıklayan nice kişinin aynı kavram ikilisini kullandığını duymak hoşuma gitti.
Bu zihniyetin öteki yüzüyle de yerleşmesi gerek. Sadece kaybettiğimizde değil, kötü oynamamıza rağmen kazandığımız maçlarda da kendimizi eleştirebilmeliyiz.
Söz futboldan açılmışken; birkaç kelimeyle de F.Bahçe'nin anlaştığı Aragones'e değinelim.
İspanya Milli Takımı'nın hocasını Türkiye'ye getirebilmek başarı sayılabilir.
Ancak iki büyük handikapı var bu hocanın:
1) 70 yaşında. Uzun lig maratonu için yaşlı. Buna bir de Şampiyonlar Ligi ve Türkiye Kupası eklendiğinde, işi hiç kolay değil. Yağmurda, karda takımın başında olacak. Yıllar vücut direncini düşürdüğü için zatürree dahi olabilir!
2) Beşiktaş'ın eski hocası Del Bosque elbette önemli bir kişiydi. Ancak ömrünü Real Madrid kulübünde geçirmişti. Başka kulüpleri, hele hele başka kültürleri tanımıyordu.
Aragones de benzeri bir durumda. İspanya'da çeşitli takımları çalıştırmış ama yurtdışına hiç çıkmamış.
"Canım, iki ülke de Akdeniz kültür dairesinde" denebilir ama yetmez.
Mesela medyayla sorunlar çıkabilir. Yanlış yerde, yanlış zamanda kullandığı bir kelime, yönetimle gerginliğe yol açabilir.
Ayrıca Aragones'in yine yaşı yüzünden F.Bahçe'nin geleceğinde bir yeri yok. İki yıl takımı yönetir, kim bilir, belki de büyük başarılara imza atar ama sonra emekli olur. Evine döner.
F.Bahçe yönetimi neden, mesela Hırvatistan'ın başındaki Slaven Bilic gibi başarıya aç, hırslı, karizmatik, uzun yıllar takımı çalıştıracak bir kişiyi düşünmez?
Bilic'in adını anarken Bilic'in kendisini kastetmiyorum. Onu getirmek mümkün olmayabilir elbette ama niye bir benzeri bulunamıyor?
F.Bahçe yönetimi olaya uzun vadeli bakmıyor sanırım. " Biz futbolcuları alırız, tecrübeli bir hocaya teslim ederiz " diye düşünüyorlar herhalde.
Halbuki, maddi alt yapı yatırımları için nasıl uzun vadeli bir planla, iğne ile kuyu kazarcasına çalışarak, muhteşem bir tesisleşme ortaya çıkarıldıysa, benzeri bir sabır futbolun teknik yönetimi için de gösterilebilir.
"Alt yapı" sadece saha ve stat değil ki! Minik takımdan A takıma, F.Baçe'nin futbolcu alt yapısı belli bir vizyon dahilinde, bütünlüklü olarak ele alınması gerekmiyor mu?
Ancak Aragones " dedenin " böyle bir vizyonda yeri olmasa gerek.
O gidici ama F.Bahçe kalıcı.