Bize ne oldu da geçmişten söz etmek gerektiğinde 'darbe şakşakçılığı' serbestçe yapılabiliyor? Hayret ki ne hayret!
Birkaç gün önce 27 Mayıs ihtilâlinin yıldönümüydü. Türk siyasi hayatının kara sayfalarından olduğu için sessiz ve sakin geçmesi beklenen bir gündü. Bu defa öyle olmadı; bazı gazetelerde 27 Mayıs darbesini öven yazılar çıktı, bazı kanallar alenen darbe reklâmı yaptı. Yayınlarıyla varmamızı bekledikleri sonuç şu: 12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) darbeleri kötüydüler; ancak 27 Mayıs (1960) darbesi Türkiye'nin önünü açtı ve bu sebeple iyidir...
Türkiye'nin önünü açtı tezine getirebildikleri tek kanıt '1961 Anayasası'dır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan itibaren 'kayıtsız şartsız' milletin olduğu belirten 'egemenlik' hakkını kısıtlayan 1961 Anayasası...
27 Mayıs darbesi, Türk siyasi hayatında derin rahneler açmış, orduyu siyasetin içine çekerek safları arasına ayrılık tohumları ekmiş, demokrasinin tık nefes kalmasının en büyük sebebi olmuştur. Millet ile elitler ayrımından söz ediliyorsa bugün, ya da askerî vesayet eleştiri konusu yapılıyorsa, sistem ikide bir kesintiye uğruyorsa, bütün bunların ve daha nice demokratik ayıbın kökeninde 27 Mayıs'ı aramak gerekiyor. Tarihin derinliklerinde kaldığı sanılan 'siyaseten katl' uygulamasını bile ilk kez 27 Mayısçılar hortlattı bu ülkede.
12 Mart ve 12 Eylül de ülkemiz açısından birer demokratik ayıptır da, 27 Mayıs bütün şerlerin anası mesabesindedir.
Bu konuyu yıldönümünden birkaç gün sonra ele almamın sebebini herhalde tahmin edebiliyorsunuz: 27 Mayıs ve darbe reklâmı yapmaktan utanmayan yüzler ve kalemler, bu tavırlarıyla, aslında günümüz siyasilerine mesaj verme derdindeler. Bu niyetlerini saklamıyorlar da... Ağzını her açan, bir münasebet düşürüp 27 Mayıs'ı bir tehdit unsuru gibi siyasi tartışmanın içerisine sokuyor...
Daha önceki yıldönümlerinde yaşanmamış, asla yaşanmayacak sanılan bu durumun bir sebebi olmalı; ama ne?
Sebep, yüksek yargı kurumlarının son tavrı olabilir mi?
Biliyorsunuz, bir yüksek yargı kurumun başsavcısı, ortada fol yok yumurta yokken, üç askerî darbeye sözü getirip 27 Mayıs övgüsü yapmıştı; hatta darbe sonrasında özel yetkilerle donatılmış bir mahkemenin verdiği idam cezalarına da sahip çıkıp milletin infazlardan memnuniyet duyduğunu iddiaya kadar vardırmıştı işi... Bu sözleri benimsemeyen bazı hukukçuların suç duyuruları yargı tarafından reddedildi.
Tablo ortada: Darbe övgüsü ve siyaseten katl uygulamasına çıkılan destek cezasız kaldı...
Oysa anayasal düzeni değiştirme amaçlı kalkışmalar ve o tür kalkışmalara övgü Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) hâlâ en şiddetle cezalandırılacak suçlar arasında sayılıyor. 27 Mayıs bir darbeydi ve ona yöneltilen övgü de TCK'ya göre suç; suç, ama suçu işleyen kişi yargı tarafından cezalandırılmıyor...
Bu bir garabet ve bu durum da 27 Mayıs darbesinin yıldönümünde darbeden medet uman tiplere istediklerini söyleme imkânı sağlamış oldu. Suç işlendiği, suçun nasıl cezalandırılacağına dair yasa da var olduğu halde, zanlının peşinin bırakılması başkalarını da suç işlemeye teşvik ediyor işte.
Acaba bunun da sebebi, Türkiye'de siyaset yapanların, demokrasiyi kesintiye uğratmaktan çekinmeyen darbecilerle yıllar sonra bile hesaplaşmayı göze alamamış olmaları mıdır? Herhalde öyle.
Bir yerden başlayarak bu tabloyu tersine çevirmek şart.