Dünyada "Darbeler" konusunda uzmanlaşmış ülkelerden biriyiz.
Aslında bu konuda en deneyimli ülke olduğumuz söylenemez. Örneğin Tayland, Pakistan darbeler konusunda bizden daha deneyimlidirler.
Küba'da 1959'dan, Libya'da 1969'dan beri darbe ile başa gelmiş ve bir daha iktidarı bırakmamış liderler ve rejimler var. Suriye'deki Baas rejimi, bir hanedanı yarattı.
Türkiye'nin demokrasisi, laik hukuk sistemi ve serbest pazar ekonomisi ile, bağımsızlığa kavuşan Orta Asya ülkelerine örnek model oluşturduğu söylenirdi 1990'lı yıllarda.
Şimdi Türkiye'nin demokrasisi de, laikliği de, içimizde tartışılır hale geldi.
Demokrasi ile darbecilik de karşılıklı etkilenim içinde birbirlerini tartmaktalar.
Galiba "örnek model"i oluşturan öğelerden sadece "Serbest Pazar Ekonomisi" sağ ve yaralanmamış biçimde ayakta duruyor. Bu sayede siyasi krizler ekonomik krize dönüşmeden sürdürülebiliyor.
Son iki yılda yaşadıklarımızı, Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin bunalımı, erken seçimi, seçim öncesi ve sonrasındaki kamplaşmaları, kapatma davalarını, Ergenekon şoklarını bir hatırlayın. Bunlara petrol fiyatlarındaki anormal artışı ve global ekonomilerdeki dalgalanmaların içeriye yansımalarını ekleyin.
Krizkolik olmadık mı?
Piyasada ne bir malda karaborsa oldu, ne dövize hücum yaşandı, ne de bir banka iflas etti.
Buna karşı ihracatta rekorlar kırılıyor, turizmde patlama yaşanıyor, sanayi üretimi ve büyüme rakamları pozitife dönük gelişiyor.
Tamam... Yapısal bir sorun olan işsizlikte, kayda değer bir iyileşme yok. Dar ve sabit gelirli kesimlerin geçim sıkıntısı, enflasyondaki tırmanmaya paralel olarak artmakta.
Ama şu anda ekonominin bir kriz içinde bulunduğunu söylemek de mümkün değil.
Çünkü "Kriz nedir" sorusunun cevabını, "Darbe nedir" sorusunun cevabı kadar iyi bilenlerdeniz.
1994 Nisan krizini, 2001 Şubat krizini hatırlıyoruz mesela.
Büyük oranlı devalüasyonları, gecelik faizlerin yüzde 7000'e çıktığını, 20'yi aşkın bankanın iflas ettiğini, yüz binlerce kişinin işsiz kaldığını unutmadık.
Ama son iki yıldır yaşadığımız siyasal krizlere karşın, serbest pazar ekonomisi, bir otomobilin amortisörleri veya düdüklü tencerenin buharı salan düdüğü gibi, ekonomik şokları devre dışı tutmakta.
Bir anlamda bu ekonomik model, krizlerin fonlanmasını sağlamakta.
Petrolün varil fiyatı 10 doların altındayken bunu ithal edecek dövizi bulamayan Türkiye, şimdi varili 130 dolardan petrol ithal ediyor. Üstelik talep rakamları da eskisine göre katlanarak artmış durumda.
Bütün bu durumlardan ne tür çıkarsamalar yapabiliriz?
Demokrasi ve laiklik
Serbest Pazar Ekonomisi'ni yaşatmayı ve uygulamayı bu kadar kısa sürede öğrendiğimize göre, demokrasi ve laiklik konularında daha da başarılı olmamız gerekir.
Çünkü Serbest Pazar Ekonomisi henüz bizim ülkemizde 30 yaşında değil. 24 Ocak 1980 kararları ile yola çıkıldı ve Özal Reformları ile yerleşik hale geldi serbest pazar ekonomisi.
Oysa 2'nci Meşrutiyet'i hesaba alırsak 100 yıldır, 1946'yı hesaba alırsak da yarım yüzyıldır demokrasiyi yakından tanıyoruz.
Laik hukuk ise, Tanzimat'la başlayıp, Cumhuriyet'le kurumsallaşan bir olgu toplum ve devlet yaşamımızda.
"Serbest kur-Serbest faiz-Sübvansiyonsuz fiyat" ayaklarına dayalı olarak işleyen "Serbest Pazar Ekonomisi" ni öğrenip benimsediğimize göre, "Hukukun Üstünlüğü-Sivillik-Hoşgörü-Uzlaşma-Temel Hak ve Özgürlüklere Saygı" benzeri ayaklara dayalı olan demokrasiyi ve laikliği neden yaşatamayalım?
Malezya'ya veya İran'a benzemek içerikli endişeler listemizde, şu anda Tayland'a, Pakistan'a, Suriye'ye benzemek benzeri endişelerin de bulunması gerekmiyor mu?