Yıllar önce Ankara’da ünlü bir yazarımız başka şöhretli bir yazarımızdan bahsederken, “Bir dönem sıklıkla ‘Yenimahalleler kurmalıyız!’ diyordu. Sonra anlaşıldı ki Yenimahalle’de çok önemsediği birisi varmış.”
Antalya’ya ilk gidişimin üzerinden çeyrek asır geçmiş. İşim icabı gitmeye devam ediyorum. İlk gidişimde bir ikindi sonrası Alanya sahilinde fotoğraf çekmiştim. Günbatımında denizin insanı çarpan görüntüsünü fotoğraflamıştım. Antalya’nın sahiliyle en yakın ilişkim o kadar.
İlk gidişimde Kadın ve Aile Dergisi için kapak konusu turizm olarak belirlendiğinden bölgede hızlı bir tur yapmıştım. Liseden sınıf arkadaşım Yunus Yiğiterol Alanya İHL’de öğretmendi. Onu ziyaret etmiştim. Alanya Kalesi’ne çıkıp oradan da günbatımını görüntülemiştim.
“Ateş almaya gider gibi” yaptığımız hızlı turumuzda elimizin altında muhterem Ağabeyim Hüseyin Kullemci’nin arabası vardı. Şimdi ona, “İstanbul’a taşınalı kaç yıl oldu?” diye sorsalar, muhtemeldir ki neredeyse bir çeyrek asırdan söz eder.
Antalya’ya son gidişimizde Deniz Feneri Derneği’nin Antalya Temsilciliği’nin yeni yerinin açılışını yaptık. MÜSİAD Antalya Temsilciliği’ni ziyaret ettik. Dernek hakkında kısa bir konuşma yaptım. Toplantı sonrası Serdar Yeşil yanıma yaklaşıp, “Siz radyoculuk yaptınız mı?” diye sordu. 1993’te beri bir ayağım radyoda. “Sizi AKRA FM’deyken çok dinledim. Biraz önce sizi dinlerken yıllar öncesinden hatırladım sesinizi. İnsanı dinlendiren, huzur veren bir sesiniz var” dedi.
Şükürler olsun sesimizi ve her şeyimizi ikram edene. Şükürler olsun mesajımızı gönüllere eriştirene.
Antalya’ya son gidişimde Kaleiçi’ne nazır bir noktada çay içerken Selim’in hikâyesini dinledim. Onunla yıllardır tanışıyorum, konuşuyorum ama ilk defa bu görüşmemizde Kaleiçi’ne doğru bakarken anlatmaya başladı ihtida öyküsünü…
“Ben o zaman bekârdım abi. Barmenlik yapıyordum. Ben turizm mezunu olduğum için otelcilik yaptım. Otellerin barlarında barmenlik ve barlar şefliği yapıyordum. Ben Kaşlı olduğum için, bizim oralarda hep turizm işi vardı. 15 yaşından itibaren hep yazları barlarda-plajlarda çalışıyorduk zaten. 22 yaşında o olaydan kısa bir süre sonra bıraktım barmenliği. Bir müddet pizzacı da, sonrasında bir firmada pazarlamacı olarak çalıştım. 24 yaşımda evlendim ve eşimin tayini K. Maraş’a çıktı. 3 yıl kaldık K. Maraş’ta. Bir cuma günü cuma namazı için o apartman altındaki mescide gittim ve onlara hayran oldum. Genç, zıpkın gibi çocuklardı. 6 ay kadar onlara takıldım, nerden bilebilirdim ki onların Şah-ı Merdan sarı isimli o şahsın talebeleri olduğunu. Sonra o kitapçının verdiği Nebevi Davet Metodu isimli kitap ve o abinin anlattıkları ile yolum değişti. Menzile gittim. Ondan sonraları bile eşim benim yüzümden 3 kez sürgün yedi. En son Antalya valisi K. Maraş’a tayin olmuştu, Saim Çotur. Sürgünlerden onun sayesinde kurtulduk. Bizi merkeze yakın bir sağlık ocağına verdirdi ve oradan da Antalya’ya geldik zaten.”
Bu notları benim talebim üzerine gönderdi Selim.
Hikâyenin can alıcı kısmı ise şöyle:
Selim bir barda barmenlik yapıyordu. Sabah saat 04’te işten çıktı. Yorgundu. Bekâr evine gidip yatmak istiyordu biran önce. Kaleiçi’nde Ahi Yusuf Camii yakınından geçerken bir ağlama sesi duydu. Sese doğru gitti. Kayalıkların üstünde yaşlı bir adam ağlıyordu. Yanına yaklaşıp derdinin ne olduğunu sordu. Yardımcı olmak istiyordu.
Adam ağlamayı bırakmıştı. Selim’e, “Ne iş yapıyorsun?” diye sordu. Selim yaptığı işi söylemeye utandı. Geçiştirdi soruyu. Başka şeyler konuşmaya devam ettiler.
Gecenin sessizliğini bu kez sabah ezanları bozdu. Yaşlı dede, “Hadi namaza gidelim!” dedi. Selim bu çağrı karşısında teslim oldu. Çok yakınlarındaki Ahi Yusuf Camii’ne gittiler. Selim abdest alıp girdi camiye. Selim’in evinde namaz kılanlar vardı ama kendisi Cuma namazlarını bile düzenli kılamıyordu.
Namaz çıkışında gözleri, yaşlı dedeyi aradı, onu göremedi. Cemaatten birkaç kişiye sordu dedeyi. Tanıyan yoktu.
Evine döndü. Sonra pizzacı tanıdığına bahsetti bu olaydan. O, “Sana gelmişler” dedi. “Kim gelmiş” dedi Selim. Pizzacı, “Senin değişme vaktin gelmiş. Allah sana o dedeyi göndermiş” karşılığını verdi.
Selim kalkıp Ahi Yusuf Camii’nin yanındaki Ahi Yusuf türbesine gitti. Türbenin içine girmek için eğilmeniz gerekiyordu. Eğilip girdi içeri ve Ahi Yusuf’un kabri yanında iki rekât namaz kıldı. Ama o namaz başka namazlara benzemiyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak kıldığı namaz sırasında adeta yıkandı, arındı tüm kirlerinden.
Ardından barmenlik işini bıraktı. Pizzacı, “Gel benim yanımda çalış!” dedi. Kısa bir süre çalıştı orada. Ama pizzacı da sevimsiz mekânlara komşuydu. Sevimsiz şeylerin yanı başındaydı. Orayı da bıraktı.
Artık Selim’in hayatında yeni bir dönem başlamıştı. Allah’ın yasakladığı işlerden uzak, sevmediği mekânların semtinden bile geçmeyen yeni bir Selim doğmuştu o sabah namazı vaktinde.
Selim şimdi Ahi Yusuf Camii’nin yakınından her geçişinde, hatta o tarafa her bakışında o meçhul mübarek elçiyi hatırlıyor ve elçiyi gönderen Rabbimize hamd ediyor, şükrediyor…
İşte artık benim için Antalya’nın anlamı böyle değişti. Şimdi Selim’in hikâyesi eklendi Antalya notlarıma. Yıllar öncesinden bir dinleyici dostumun haberi eklendi sonra.
Şimdi yeniden Antalya’ya gitmek var. Hadi hayırlısı.
recep.kocakk@gmail.com