Seçmece, kesmece...

xxx65
Şaban Dişli "yolsuzluk yaptığı için" mi AKP'deki görevlerinden istifa etmişti (partiden değil) ya da böyle bir "jest" mecburiyetinde bırakılmıştı...
Yoksa "şaibe kuşkusu" ile "partiye zarar verdiği" için mi?
Eğer ikincisi bile yeterliyse...
RTÜK gibi önemli, medya ile devlet (hükümet) arasında kalabilen bir kurumun başkanı da, "şaibe kuşkusu"nu bu "özerk" kurumun üstünden kaldırmalı.
Çünkü, Almanya'daki davanın "başka sebepleri" yahut burada "büyük medya" nın veya muhalefetin üstüne gelmesindeki "başka niyetler" ne olursa olsun...
O göreve gelirkenki kooperatif, şirket ve "bir kısım" medya ilişkileriyle, şu anda "Radyo Televizyon Üst Kuşkusu" üstünde oturuyor.
Belki üstte kalacak, belki altında...
Ama "rahatsız" konumdakiler, kamuya ait kurumları rahat bırakmalı!
Hele hele, hükümet ile Meclis, rahatsız konumdakileri koruyacak çakma yapıyorsa, bundan ötürü daha da çok sıkılmalı.
En azından konum olarak daha mütevazı bir gazeteciyken, öyle zirve tırmanışlarında "iktidar" yamaçlarına düşmemişken biraz bildiğim Zahit Akman, şimdiki adaşına bakarak öyle yapardı!
"Büyük medya" daha önce de bir "RTÜK Başkanı" nı hedef almıştı.
Diyeceksiniz ki, "yine yolsuzluk kuşkusu, akçalı şaibe yüzünden" mi?
Yok.
Memleketin mütevazı gazetecilerindendi. Şöhret de değildi. Akçalı kir, pas yoktu geçmişinde. Hükümet de bu hükümet değildi.
Ecevit onu bildiği, tanıdığı, güvendiği için oraya gelmişti.
Ama arşiv orada duruyor da, hafızalar maşallah tabii.
Medya unutturuyor, toplum zaten anında unutuyor.
Gazeteci Nuri Kayış da, RTÜK Başkanı olarak, o dönem "Büyük medya" nın boy hedefi oldu.
Sadece "Doğan Grubu" nun değil; şimdi çoğu Vatan'ı yöneten o dönemki Sabah yöneticilerinin de. Tarihteki lakaplarıyla "Kartel"in.
Neden?
Çünkü, "Büyük medya", sipariş edilmiş RTÜK yasasının Meclis'ten geçmesini istiyordu.
RTÜK Başkanı Kayış, "tekelleşmeye yol açtığı ve basın özgürlüğünü kısıtladığı için" karşıydı.
Önce, DSP ile MHP Grubu'nun çoğu da karşıydı; ANAP ise siparişi kabul etmiş ama bir yandan da koz yapmış, özellikle Doğan Grubu'nu oyalıyordu. Tabii "haklarında özgür habercilik yapılsın" diye.
Ye ni Cumhurbaşkanı Sezer de buna karşıydı.
Ve şimdiki Cumhurbaşkanı Gül ile halen AKP kadrolarında olan milletvekili arkadaşları da karşıydı.
Derken, "medya desteği" takasıyla Ecevit ve Bahçeli de teslim oldu. Siparişi kabul ettiler. Gruplarını ve Millet'in Meclisi'ni "bağladılar".
Bahçeli, şimdi "basın özgürlüğü" ne titizleniyor ya, tabii titizlensin de, "gazetecilere hapis cezası, yerel medyaya ve internete yıkıcı sansür" getiren patron siparişi ve devlet dayatması kanuna sahip çıktı.
Muhalefet dışında; kala kala, bir Sezer, bir ANAP Milletvekili (Büyükelçi)
M. Ali İrtemçelik, bir DSP Milletvekili Uluç Gürkan, bir de RTÜK Başkanı Kayış kaldı. Hepsinin aleyhine manşetler atıldı, haberler yapıldı.
Kayış, Meclis değildi, yapabileceği bir şey yoktu, ama kendisini getiren Ecevit'e ve hükümete de boyun eğmedi. En azından her fırsatta siparişin rezilliğine değindi.
Şu sıra çok şöhretli, çok önemli, çok etkili, çok güçlü, çok özgür kalemlerden bolca "basın özgürlüğü" yazıları okuyorsunuz.
Bir sorun bakalım:
O günlerde, medya patronlarına tesis gazeteciye hapis getiren, küçük ve yerel gazetelere ağır para cezalarıyla sansür ve yıkım bindiren sipariş kanununa karşı, hem de tam iki yıl boyunca, hadi patron bir yana ama, hapis cezasını eleştirebilen bir yazı (hatta bir satır) attıran "büyük medya her şeyi yazanları" parmak kaldırsın!
Birazcık yazar gibi olup ertesi gün patron ve yönetmenden özür dileyen yazıyla susan çok özgürlükçü ve etikçi başduayenyazar sağdan sola soldan sağa bize saysın!
Deniz Feneri veya yemeyen deniz; "liberal piyasa hortumcuları"na eklenen ve "iman, ahlak, hayırseverlik kültürü"nde kanal kanal patlamış tüm arsızlık, yolsuzluk, yüzsüzlük, nema, mama limanları, rıhtımları didik didik edilmeli.
RTÜK Başkanı, en azından Kayış gibi mütevazı ama dirençli selefi hatırlayıp istifa etmeli.
Ama şu "basın özgürlüğü" cemaatini ne yapacağız?
Onlar aynaya, albüme, arşive bakıp en azından bir gün hiç utanmayacak mı!