Geçtiğimiz cumartesi günü Deniz Feneri Derneği Yönetim Kurulu adına, Genel Başkan Av. Mehmet Cengiz, Genel Sekreter İbrahim Altan ve Genel Muhasip Ömer Koç’la birlikte Simav’ı ziyaret ederek depremzede ailelere “geçmiş olsun” dileklerimizi ilettik. Ben, ondan önceki Pazar günü, depremin üstünden henüz üç gün geçmişken, Genel Sekreter İbrahim Altan’la birlikte Simav’daydım.
Bugün seçim gerçekleşti. Seçim gündemi de bitti. Artık seçim sonrası gündeme dair konularımıza dönebiliriz.
19 Mayıs 2011 gecesi meydana gelen ve merkez üssü Simav olan deprem 5.7’lik bir depremdi ama yüzeye çok yakın olduğundan 25 bin nüfuslu Simav’ı ve çevre ilçeleri derinden etkiledi.
İlk günden itibaren devletin ilgili birimleri orada, vatandaşın hizmetindeler. Deniz Feneri Derneği, Kızılay, İHH, Kimse Yok mu Derneği, Bayrampaşa Belediyesi de çeşitli hizmetleriyle depremzedelerin yanında.
Deniz Feneri’nin depremin ilk günlerinden itibaren bölgede yaptığı yardımların değeri 500 bin TL’yi geçmiş durumda. 89 afet evi kuran dernek, evlerin tüm eşyalarını da sağlamış durumda. Ayrıca gıda, giysi, sıcak yemek gibi yardımlarla da Deniz Feneri hala depremzedelerin yanında.
Deprem sonra bazı bakanlar depremzedeleri ziyaret ederek geçmiş olsun mesajlarını ilettiler. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hatay mitingi sonrası Simav’a gitmek istedi, yoğun yağmur ve sis sebebiyle beklenen ziyaret gerçekleşemedi.
Başbakan Erdoğan’ın Simav’a gitmek için birkaç defa daha teşebbüs ettiğini, şartları zorladığını biliyoruz ama bugüne kadar beklenen ziyaret mümkün olmadı. Anlaşılan o ki, yoğun miting programları, 12 Haziran seçimlerinde her oyun büyük değer kazanmış olması dolayısıyla Başbakan bizzat gitme işini seçim sonrasına bırakmak zorunda kaldı.
Simav’da ölü sayısı çok azdı. Yıkılan ev sayısı fazla değil. Ancak girilemeyecek kadar ağır hasarlı ev sayısı zannedilenden de fazla olduğu için binlerce Simavlı için evlerinden uzakta, çadırlarda devam eden hayat onlarda çeşitli beklentiler doğurdu.
Çeşitli mahrumiyetler içerisinde ayakta durmaya çalışan depremzedelerin, hasta yatağında ziyaretçi bekleyen bir hasta gibi, devlet erkanını beklediklerini gözlemledim.
Devlet bütün kurumlarıyla, destekleriyle, bazı sivil toplum kuruluşları yardımlarıyla orada. Ama bu yetmiyor. Seçimden hemen sonra ilk fırsatta, Başbakan Erdoğan’ın oraya giderek “geçmiş olsun” demesi dünyalara değecek. Böylece, depremzedelerin duygularında meydana gelen tahribatın ve istismarcıların fırsat buldukça kanatmaya çalıştığı yaraların hızla iyileşeceğine inanıyorum.
Devlet son yıllarda deprem ve benzeri afetler sonrası kalıcı konutları çok hızlı tamamlayıp teslim ettiğini biliyoruz. Simav’da da “hak sahipleri”nin bir an önce belirlenip ilan edilmesi ve kış gelmeden evlerine oturmaları yaşanan bunca korku dolu günün acılarını azaltacaktır.
Kendilerine ev yapılmayacak deprem mağdurları için de onlara yalnız olmadıklarını hissettirecek desteklerin devam etmesi gerek.
Simav depremi sonrası devlet üzerine düşeni yaptı, yapmaya devam ediyor. Ancak medya seçimlere kilitlendiği için konu yeterinde gündemde tutulamadı. Yardım kuruluşlarının bazıları, oradaki ihtiyaçların boyutları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarından sahada görünmüyorlardı.
Simav depremi 5.7 büyüklüğünde idi ama yüzeye çok yakın olduğu için etkisi fazlaydı. Ayrıca artçılar günlerce devam ettiğinden, mağdurların psikoloji henüz normalleşemedi.
Bugünkü Yeni Asya Gazetesi’nde Süleyman Bayşu imzasıyla yayınlanan “Simav depremi duyguları” başlıklı değerlendirmede hayatın içinden notlar, mühim dersler var. Kütahya’nın çeşitli ilçelerinde depremi yaşayan bütün vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletirken sizleri Bayşu’nun yazısıyla baş başa bırakıyorum:
Tarih 19.5.2011, saat 23:15’i gösterirken 5.7 büyüklüğünde Simav merkezli bir deprem meydana gelmişti. İlk 1 saatte, büyüklükleri 2.3.-4.8 arasında değişen 11 adet artçı deprem de oldu. İlerleyen saatlerde ise büyüklükleri 2.0 ile 4.6 arasında değişen binlerce deprem ard arda Simav’ı sallamaya devam ederken biz perişan, yorgun; duygular karmaşık idi. Bu arada benim gibi, bizim gibi binlerce Vodafone abonesi büyük deprem şokundan itibaren yaklaşık 8 saat maalesef hizmet alamamış ve mağdur edilmiştir. Diğer operatörleri tebrik ediyoruz ve kendi operatörümüz olan Vodafone’nin hizmette sınıfta kaldığının, çekim gücünün bittiğinin bilinmesini özellikle belirtmek istiyorum.
Deprem olduğunda parkinson hastası validem namaz kılıyordu. Eşim namaza hazırlanıyordu. İsmail Beytullah’ım ise ölümün ikizi olan uykuya çoktan dalmıştı. Depremle birlikte bir panik ve çığlık… Kalem burada susuyor. İnsanın içi burkuluyor. Duygular perişan. Gönül yorgun. Kendimizi can havli ile sokağa atıyoruz. Elektrikler kesik. Mahalle halkı parkı doldurmuş durumda. Herkes bir şeyler söylüyor, her kafadan ses çıkıyor: Falan caddede daha yeni yapılan bina çökmüş, Esenevler’de hiç sağlam yer kalmamış, falan mahalle yerle bir olmuş. vs. vs. Aman Allah’ım. Kime inanacağımızı şaşırıyoruz. Evlâd-ı iyalimi Allah’ın bize lütfu olan binitime bindiriyorum ve yanımıza gelen akrabalarla curcunadan bir başka curcunaya doğru yol alıyoruz. Evimiz, hatıralarımız hepsi bir çırpıda gerilerde kalıyor. Gecenin üçü. Siren sesleri, insan sesleri. Simav üzgün. Simav gözü yaşlı, bağrı yanık. Simav zifiri karanlık. 5 yaşındaki oğluma komşular soruyorlar: “İsmail gülüm korktun mu?” “Hayır,” diyor, “Korkmadım. Ben korkmamam lâzım. Ben, sağlıklı düşünmem lâzım” diyor. Aman Allah’ım, bizim yerimize oğlumuz sağduyudan bahsediyor. Köylüm Recep, mermer atölyesi deposunu bizim aile için açıyor. Kendi ailesini soğuk bürosuna alıyor, bizim aile için sobayı yakıyor. “Annen hasta, hem çocuk üşümesin” diyor. Bir çuval odunu, kozalağı bırakıyor. Sokaklarda köpek ulumaları devam ediyor. Sabah yaklaşıyor. Bir-iki camiden ezan-ı Muhammedi (asm) sesleri geliyor. Günün ilk ışıkları ufukta görünüyor. Sabah namazından sonra depremin ilk hasarı karşımızdaki minareden nazarımıza ilişiyor. Her zelzeleden sonra minaredeki çatlaklar artıyor.
Hâlen nefes aldığımız ve beton yığınları altında kalmadığımız, insan aramak zorunda olmadığımız için Allah’a şükrediyoruz. Ancak, hâlen endişeliyiz. Acaba şehirde durum nasıl diye. Sokakları geziyorum. İnsanlar üzgün, yorgun, bitkin.
Saatler ilerliyor. Telefonum nihayet çalışıyor. İlk arayan Balıkesir’den, Bursa’dan dostlarım, dâvâ arkadaşlarım. Bizi unutmayıp sabaha kadar merakla telefonumuzu arayan, ‘bir mesaj atacak kadar umut’ diyen can dostlara hasbi, kalbi şükranlarımı sunuyorum.
Saatler ilerliyor, ailemi bir arkadaşıma rica ederek Esenbağ Köyüme gönderiyorum. Mesai devam ediyor. Geceler uykusuz, sanki uyku haram gibi. Yatacak yer yok, yatak nerde, uyku gözümden akıyor. Çadıra müracaat edemiyorum. Çünkü, benden daha mağdur insanlar olabilir. Kul hakkı yememek için çırpınıyorum.
Uyumayalı yaklaşık 75 saat oluyor. Azıcık uyku, ne olur yarım saat de olsa birazcık uyuyabilsem. Vücut kimyam alt–üst olmuş durumda. Herkes bir şeyler istiyor. Kimse “Senin durumun nedir?” diye sormuyor. Yorgunum. Kamp çadırı almak için uğraşıyorum. Dostları arıyorum. Kimseden hibe istemiyorum. Paramız bile geçmiyor. Nihayet gazeteden Faik Ağabeyi aramak aklıma geliyor. Hani nazımız da geçer ya kendisine, ondan yardım istiyorum. Nihayet Denizli’den dostların telefonunu alarak çadırımızın siparişini verebiliyorum.
Kızılay her birimi ile, Deniz Feneri prefabrikleriyle, Çaykur çay servis araçlarıyla yanı başımızda. Simav Belediyesi, İlçe Millî Eğitim ve diğer birimler harıl harıl iş başında. İHH ve Bağcılar Belediyesi, SYDV aşevleri sıcak yemek çıkarıyorlar. Özellikle Gediz ve Demirci halkının yardımları resmen akıyor. Kimisi gözleme yapıyor, kimisi ekmek. Özellikle Demirci’den bir ninenin gönderdiği 10 TL yardım benim duygularımı alt-üst ediyor. Bence, en değerli yardım. Evet dostlar, bu dar günde-kara günde bizi yalnız bırakmayan, yardımlarını esirgemeyen bütün kardeş, dost ve yardım severlere kalbî teşekkürlerimi arz ediyorum.
.
|