Kime teessüf edeceğimi bilmiyorum. Hatta hislerimi açıklayacak sözcük 'teessüf' müdür, onu da bildiğimi söyleyemem. Zaman gazetesinin verdiği bir haberin üzerimdeki etkisi tam geçmeden Taraf haberi daha da geliştirdi.
İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü'nün eski başkanı Prof. Sevil Atasoy öğretim üyesi arkadaşlarını askeri istihbarat için fişliyormuş... “Ordu Adli Tıp'ı kaybetmemeli” diye akıllar veriyormuş askerlere... Dün, Taraf “Bombayı Atasoy koydu” başlığıyla çıktı. 1998'de Mısır Çarşısı'nda meydana gelen patlamanın sebebini hemen her uzman 'tüpgaz' olarak açıklarken, bir tek Sevil Hanım “Hayır, bomba patladı” dediği için, bazı insanlar, önce 'ip' daha sonra 'müebbet hapis' tehdidi altında yargılanıyormuş...
Ergenekon davasının iddianamesi eklerinde sanık Ümit Sayın'ın sanal âlemde yazıştığı kişilerden birinin Sevil Atasoy olduğu, iki Adli Tıp'çının aralarındaki sanal sohbette bol bol paşa adı geçirmeleri dikkatimi çekmişti. O bilgiyi bir yere not ettim, ama üzerinde fazlaca durmadım.
İhmalim şimdi hayal kırıklığı olarak döndü bana; yarın başka bir iddiayla daha karşılaşırım diye ödüm patlıyor...
Hayır, Sevil Atasoy'u tanımıyorum; kendisiyle hiç karşı karşıya gelmedik, geldiysek bile hatırlamıyorum. Ancak kendisine sütun açan gazetenin onu konuşlandırdığı yer bana çok tanıdık...
Bir okuru olduğum romancı Patricia Cornwell'in kahramanına benzetiyordum ben Sevil Hanım'ı; Sevil Atasoy'a atfedilen eylemler onun roman dünyasındaki mukabili olan Kay Scarpetta'nın veya o tipe can veren Patricia Hanım'ın kulağına gitse, eminim onlar da kahrolurlardı.
Patricia Cornwell ABD başkentinde yaşayan üretken bir yazar. Kahramanı Kay Scarpetta bizdeki İstanbul Üniversitesi'ne bağlı Adli Tıp Enstitüsü'nün benzeri olan bir kurumda çalışıyor. Polisin bulmakta zorlandığı ipuçlarını değerlendirerek karmaşık cinayetleri aydınlatıyor, seri suç işleyen katilleri yakalatıyor.
Sevil Hanım da başında olduğu kurumda böyle işler yapıyordur diye düşünüyordum. Sonradan 'Labirent: Adli Bilimlerin Gizemli Dünyası' ve 'Bu Ayak İzi Senin, Dr. Watson!' adlarıyla iki kitap (Doğan Yayıncılık) haline de getirilmiş gazete yazıları okuyana o hissi veriyordu. Roman kahramanı Kay Scarpetta veya romanları yazan Patricia Cornwell, bırakın mesai arkadaşlarını fişleyip hayatlarını karartmayı, ya da suç icat etmeyi, herhangi bir kanıtı görmezden gelmesini isteyecek yetkiliyi bunu yaptığına pişman ederdi.
Hayal kırıklığımın büyüklüğü Sevil Atasoy'un neredeyse 35 yıl boyunca Adli Tıp'a havale edilmiş bütün davalarda etkili olmasından kaynaklanıyor. Önce babası Prof. Şemsi Gök'ün yardımcısı (1972-1987 yılları arası) olarak, sonra da babasından devraldığı (1988-2005 yılları arası) Enstitü Başkanı olarak...
Baba-kız 1972'den 2005 yılına kadar Adli Tıp Enstitüsü'nde son kararların sahibi oldular...
Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Prof. Şemsi Gök'ün adı başkan olduğu yıllar içerisinde gazetelere bolca malzeme sağlardı. Askeri yönetimde işkenceye uğradığı iddiasındaki tutuklular Adli Tıp'a sevk edildiklerinde “Hiçbir şeyi yok” tarzı raporlarla cezaevine dönerlermiş... Sevil Atasoy, babasının çizgisini daha sessiz ve derinden izlemiş mi oluyor yani?
Star'da Ergun Babahan Zaman'ın başlatıp Taraf'ın devam ettirdiği Sevil Atasoy haberlerine başka bir boyut kazandırdı. Okuyalım: “Taraf Gazetesi dün Atasoy'un İstanbul Üniversitesi öğretim görevlileri hakkında 1. Ordu Komutanlığı'na ihbar niteliğinde mektuplar yazdığını haber yaptı. / Atasoy, Hürriyet'te yazı yazmaya başladığında da, dönemin 1. Ordu Komutanı'nın ricalarının etkili olduğu iddia edilmişti. / Dönemin 1. Ordu Komutanı kimdi hatırlıyor musunuz? / Ergenekon sanığı Hurşit Tolon…”
Alın buradan yakın!
Gerçi Sevil Hanım'ın paşa tavsiyesine pek ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Eşi Faruk Atasoy medya çevrelerinin yakından tanıdığı, bütün medya patronlarının dostu olan bir isim... Man Ajans ekolünden gelen Faruk Bey uzun yıllar Reklamcılar Derneği başkanlığı yaptı; o konum kendisine eşinin yazarı olduğu gazetenin patronunu sosyal ortamlarda ailece tanıma imkânı sağlamıştır herhalde...
Patricia Cornwell bu olan-bitene ne derdi acaba?
Özellikle son yıllarda Adli Tıp Enstitüsü alanında çağın seviyesini yakalamış durumda; bilen dostlarım öyle diyor... Alet, edevat, teknolojik altyapı neredeyse Amerikan 'CSI' (Crime Scene Investigations) dizileriyle yarışacak durumda. Ancak o âletleri yansız ve tarafsız bir gözle kullanmayacak olduktan sonra, öyle Adli Tıp'ı neyleyim?