Şaşırmanıza küçük bir katkı

xxx78

Böyle dönemler insanlara sıkça şaşkınlıklar yaşatır; bir şaşkınlık bitmeden ve ağzınız henüz açıkken, bir başka şaşkınlıkla karşılaşırsınız. Dün öyle bir şaşkınlığı bizim gazetenin manşeti herkese yaşattı. Önümüzdeki günlerde yapılacak bir dini etkinliğin 'provokasyon' amaçlı olduğunu duyuruyordu Yeni Şafak; düzenleyicisinin hayli popüler bir 'İslâmi kişilik' olduğuna aldırmadan...

Neden saklayayım, şaşıranlar arasında ben de varım.

Hayır, toplantıyı düzenleyen kişiyi ve çevresini tanıyor değilim. Tanısaydım da fark edeceğini sanmam, yine şaşırırdım. Genellikle "Kol kırılır yen içinde kalır" kültürünün en fazla hüküm sürdüğü bir kesime hitap ediyor Yeni Şafak; manşete çekilen iddia ise kırık kolu teşhir eder cinsten. "Demek ki, çok güçlü bir provokasyon kokusu alınmış" diye düşündüm. Eminim, sizlerin aklından da benzer düşünceler geçmiştir.

Şaşırtıcı olaylara tanık olmamızın en önemli sebebi, içinden geçtiğimiz dönemin 'kışkırtıcı' eylemlere açık oluşu zaten. Türkiye'de en azından 27 Mayıs (1960) darbesinden beri geçerli olan 'vesayet rejimi' demokrasiyle yer değişiyor, o rejimi her zaman ayakta tutan kurumlar da dönüşüyor, yeniden yapılandırılıyor.

Hiç sona ermeyecekmiş sanılan 'bize özgü' yapı, yerini, evrensel kabul görmüş değerlere bırakıyor...

Kâğıt üzerinde basit duran bu değişim ve dönüşüm, hepimizi, herkesi yakından ilgilendiriyor; çoğumuzu da derinden sarsıyor. Mağaranın kapısını örten dev kaya kıpırdadı ve hiç değilse nefes almaya başladık; madem biraz da olsa yerinden oynadı kaya, belki günyüzü görmeyi, hatta dışarıya çıkmayı bile başarabiliriz.

Gelişmelere sevinenler böyle düşünüyor; ama mevcut yapıdan yıllar boyu yararlananlar, değişim ve dönüşümün zorladığı kesimler de tam tersi durumda. Onlar da gidişi durdurmak, eski dengeleri yerli yerinde tutmak ve yerlerini korumak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Provokasyonsa provokasyon, zorlamaysa zorlama, tehditse tehdit, oyunsa oyun...

1960 darbesine gidilen dönemi hatırlamayanlar çoktur, 12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) bile insanlarımızın çoğuna 'tarih' gibi geliyor. Hepsinin öncesinde sonradan 'yalan' veya 'düzmece' olduğu ortaya çıkmış 'provokatif' eylemler yaşanmıştı. 28 Şubat (1997) sürecinde sahneye konulan 'sahte şeyh'li düzmece olayları ise unutmuş olamayız...

Düzmece olayı illâ sahte şeyhlerin sahneye koyması gerekmez, bazen yılların mücahitleri bile, cihat yaptıklarına inandırılarak ortaya sürülür. 1950 sonrasında, iktidara yeni gelmiş DP'yi test etmek üzere sahneye sürülenler Atatürk heykellerini kırmayı 'cihat' zanneden bir gruptu; onların ellerindeki kazmalar DP'ye istikamet değiştirmeye ve destekçileriyle arasını açmaya yaradı yalnızca.

Bugün böyle bir durum var mı? Potansiyel olarak var. Hatta 1950 sonrasından, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül'den daha fazla ve daha yoğun olarak. Değişim ve dönüşümün normalleştirdiği zeminde 'aşırı' olarak göstermeye yarayacak, çarkı geri döndürmeye hizmet edecek 'kışkırtıcı' kişiler ve eylemlere ihtiyaç duyanlar varsa, masum çıkışların bile 'kalkışma' olarak yansıtılmasına hazırlanın.

Meydana gelmekte olan olumlu gelişmeleri sakatlamak, treni raydan çıkartmak için neler yapılabilir, tahayyül edin ve bekleyin. Eğer akıllar başlarda olmazsa hepsinin teker teker yaşanmasına hep birlikte tanık olabiliriz.