İslami siyaseti Türkiye'de oluşturanlar, ideolojilerini pekiştirmek için çeşitli yollara başvurdu. Bunlardan biri de Atatürk'ün yaptığı kılık kıyafet reformuna karşı çıkmaktı.
Siyasi sitemin merkezinde, Batı'yı taklit eden, modernleşmeyi yukarıdan aşağıya dayatan bir elit vardı. O halde her alanda ona karşı çıkmak gerekiyordu.
Bir dönem epey tartışılan kravat düşmanlığı işte bu ikili yapının ürettiği bir hissiyattı.
İslamcıların en önemli kaygılarından biri "öteki gibi olmamak" idi. Kravat takan bir Müslüman'ın, hasmından farkı kalmazdı.
Siyasi sitemin merkezinde, Batı'yı taklit eden, modernleşmeyi yukarıdan aşağıya dayatan bir elit vardı. O halde her alanda ona karşı çıkmak gerekiyordu.
Bir dönem epey tartışılan kravat düşmanlığı işte bu ikili yapının ürettiği bir hissiyattı.
İslamcıların en önemli kaygılarından biri "öteki gibi olmamak" idi. Kravat takan bir Müslüman'ın, hasmından farkı kalmazdı.
Merkezde yer alan elit ise çeşitli toplumsal kesimleri "dost ve düşman" bağlamında ele alıyordu.
Mesela komünistler, Kürtler, İslamcılar (hatta duruma göre demokratlar ve liberaller) "düşman" kategorisinde yer alıyordu.
Bunların siyasal sisteme girmemesi, devlet mekanizmalarında yer almaması gerekiyordu.
Dikkat ederseniz bu yaklaşımda "değişen toplum" ya da "tavır değiştiren insanlar" gibi bir anlayış yoktu.
Hem zaten "dost/düşman" bakış açısı da bunu gerektirir: Bilhassa düşman hiç değişmez.
Mesela komünistler, Kürtler, İslamcılar (hatta duruma göre demokratlar ve liberaller) "düşman" kategorisinde yer alıyordu.
Bunların siyasal sisteme girmemesi, devlet mekanizmalarında yer almaması gerekiyordu.
Dikkat ederseniz bu yaklaşımda "değişen toplum" ya da "tavır değiştiren insanlar" gibi bir anlayış yoktu.
Hem zaten "dost/düşman" bakış açısı da bunu gerektirir: Bilhassa düşman hiç değişmez.
İslami siyasetin büyük amacı ilk bakışta "sistemi yıkmak" gibi görünüyordu. Halbuki, hareketin içinde yer alanların büyük bölümü, "yıkmak" değil "yemek" istiyordu.
Yani amaçları sistemin nimetlerinden yararlanmaktı. "Azıcık da ben yiyeyim" diyorlardı.
Toparlarsak: Merkez, kendini İslami bir dille ifade eden çevreyi "düşman" olarak görüyor ve onun değişmesini istemiyordu.
Çevre ise kendini milliyetçi, laikçi, Batıcı bir dille ifade eden merkeze karşı çeşitli stratejiler uyguluyordu.
Yani amaçları sistemin nimetlerinden yararlanmaktı. "Azıcık da ben yiyeyim" diyorlardı.
Toparlarsak: Merkez, kendini İslami bir dille ifade eden çevreyi "düşman" olarak görüyor ve onun değişmesini istemiyordu.
Çevre ise kendini milliyetçi, laikçi, Batıcı bir dille ifade eden merkeze karşı çeşitli stratejiler uyguluyordu.
"Kraliçe'yi ağırlarken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ne giyecek?"
Günlerdir konuşulan bu konunun bir boyutunu yukarıda anlatmaya çalıştım.
İslami siyasetten gelenlerin amacı rejimi yıkmak, bozmak değil ki! Olay bir "paylaşım" mücadelesinden ibaret...
Eğer merkezi elitin iddia ettiği gibi "düşman" olsalardı, böylesine çarpıcı bir değişim göstermezlerdi.
Öte yandan devlet elitinde ve müttefiklerinde, ben bir değişim görmüyorum. Onlar yerlerinde sayıyor.
Çevreden ve İslami siyasetten gelenler ise değişiyor. Kimi hızla yapıyor bunu, kimi yavaş yavaş...
Dünya siyasi tarihi bize iktidar koltuğuna oturan insanların "başka türlü" düşünmeye başladığını gösteriyor.
Hani "Dini siyasete alet etmeyelim" diye bir klişemiz var ya... Ben onun bile tekrar ele alınmasından yanayım. Devletin laik kurgusu başka şey; siyasetçinin halktan oy isterken dine göndermeler yapması ayrı şey...
Buna karşılık iktidar koltuğunun normalleştirici bir yanı var: Cumhurbaşkanı Gül'ün siyasi yaşam öyküsü bence bunun nefis bir örneği.
Günlerdir konuşulan bu konunun bir boyutunu yukarıda anlatmaya çalıştım.
İslami siyasetten gelenlerin amacı rejimi yıkmak, bozmak değil ki! Olay bir "paylaşım" mücadelesinden ibaret...
Eğer merkezi elitin iddia ettiği gibi "düşman" olsalardı, böylesine çarpıcı bir değişim göstermezlerdi.
Öte yandan devlet elitinde ve müttefiklerinde, ben bir değişim görmüyorum. Onlar yerlerinde sayıyor.
Çevreden ve İslami siyasetten gelenler ise değişiyor. Kimi hızla yapıyor bunu, kimi yavaş yavaş...
Dünya siyasi tarihi bize iktidar koltuğuna oturan insanların "başka türlü" düşünmeye başladığını gösteriyor.
Hani "Dini siyasete alet etmeyelim" diye bir klişemiz var ya... Ben onun bile tekrar ele alınmasından yanayım. Devletin laik kurgusu başka şey; siyasetçinin halktan oy isterken dine göndermeler yapması ayrı şey...
Buna karşılık iktidar koltuğunun normalleştirici bir yanı var: Cumhurbaşkanı Gül'ün siyasi yaşam öyküsü bence bunun nefis bir örneği.