ŞAM- 11 Eylül saldırılarından bu yana Ortadoğu'da esen uğursuz fırtına, yedi yıldır bütün mesaimizi bölgeye ayırmamızı bir zorunluluk haline getirdi. Öyle ki, işgallerden iç çatışmalara, soykırıma varan insan kıyımından ABD'nin yeni sömürge harekatına, enerji savaşlarından insanlık suçlarının her çeşidine kadar tanık olmadığımız hiçbir cürüm kalmadı. Bu süre içinde bölgede adı anılmayan, gerçek anlamda çaba harcanmaya tek şey barış oldu.
Biz biliyorduk ki, bu süreç aslında Ortadoğu ile başlayıp bitmiyordu. Afrikası vardı, Pakistan-Afganistan'ı vardı, Hazar kaynakları vardı, Rusya ve Çin'in Batı'ya meydan okuyuşu vardı. Tek kutuplu dünya için yapılması gereken ne varsa, hangi bölgede ne gibi dizayn çalışmaları yapılması gerekiyorsa yapılıyordu. 21. yüzyılı inşa etmeye girişenler insanlığın önemli bir bölümünü yok sayıyordu, paylaşmayı ve uzlaşmayı değil, çatışmayı ve parçalamayı esas alıyordu. ABD'nin ulaşılamaz gücü, önlenemez iştahı yeryüzünün her köşesini tartışmalı hale getirdi, haritalar yeniden çizilir oldu, yeni uluslar öne çıkarıldı, bazı milletler toptan cezalandırıldı.
Süreç devam ediyor. Uzun yıllar boyunca da devam edecek. Ortadoğu'daki sorunlarla boğuşurken bir anda Kafkaslar'ın nasıl karıştığını, Karadeniz üzerinde nasıl bir güç mücadelesi başlatıldığını gördük. Yüzümüzü Kuzey'e çevirmek zorunda kaldık. Bundan sonra Türkiye'de yaşayan bizler dikkatlerimizi yeryüzünün her yanına çevirmek zorunda kalacağımızı biliyoruz. Bu yüzden hiçbir şey artık sürpriz gelmiyor. Dün Karadeniz ve Montrö tartışırken bugün Suriye'nin başkenti Şam'da olmamızı yadırgamadığımız gibi.
Türkiye, Fransa, Suriye ve Katar liderlerinin katıldığı dörtlü zirveyi izlemek için buradayız. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Başbakan Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Katar Emiri Hamd Bin Halife Al Sani bölgesel barış adına bugüne kadar yapılanları gözden geçiren bir zirve toplantısı yaptı.
Zirve'nin; Lübnan'daki iç çatışmanın giderilmesi, Suriye-İsrail görüşmeleri ve bölgedeki diğer kriz alanları üzerine daha çok Türkiye'nin öncülük ettiği diyalog süreçlerine destek amacıyla yapıldığı ortada. İsrail-Suriye dolaylı görüşmeleri Türkiye'nin öncülüğünde gerçekleşti. Fransa sonrada sürece dahil oldu. Filistin iç barışına yönelik girişimler, Suriye-Lübnan gerginliğinin önlenmesi yine Türkiye ve Katar'ın katkılarıyla gerçekleşti. Türkiye bir yandan da ABD ile Rusya arasında Kafkaslar'dan Karadeniz'e uzanan gerilimi dondurmak için çözüm arayışlarına giriyor, Kafkasya için bir diyalog platformu öneriyordu.
İstikrar için Diyalog adı verilen Şam'daki zirvede liderler, Türkiye'nin çabalarına iltifatlar yağdırdı. İsrail-Suriye dolaylı görüşmelerinin yakın gelecekte resmi görüşmelere dönüşmesine ilişkin temenniler dile getirildi. Özellikle Sarkozy'nin her cümlesinde Türkiye'nin katkılarına övgüler yağdırması dikkat çekiciydi. Beşşar Esad'ın biz yeni bir soğuk savaş istemiyoruz sözü önemliydi. Esad ayrıca Başbakan Erdoğan'ın bölgedeki her soruna katkılarına özellikle dikkat çekti. Sadece son iki ayda çok önemli gelişmelerin yaşandığını, bu hıza yetişemeyenlerin başarısız olacağını vurguladı.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve ekibiyle, Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu zirveye Cidde'den katıldı. Türkiye ve bölge için oldukça ciddi bir anlaşmaya imza koyduktan sonra. Cidde'de, Körfez İşbirliği Konseyi ile Stratejik İşbirliği Anlaşması imzalandı. Türkiye'nin Irak'la imzaladığı Stratejik ortaklık anlaşmasından sonra Körfez ülkeleri ile de siyasi, ekonomik ve güvenlik alanında derin bir işbirliğine girişmesi, gelecekte oluşabilecek ulus üstü kurumların temelini oluşturacak nitelikte.
Şam'dan Türkiye'ye ve bölgeye bakınca şu notları aldım:
1- Avrupa Birliği Ortadoğu'da etkinlik kuramadı. Kafkasya'daki gerilimde ikiye bölündü. Ortak inisiyatif geliştiremedi.
2- Türkiye, AB'nin toplamından daha çok ve gerçekçi projeler öneriyor. Hem Ortadoğu hem Kafkaslar/Karadeniz bölgesi hem de İran krizi konusunda son derece aktif. Sadece proje önermiyor, uygulama aşamasında ciddi atılımlar yapıyor, destek buluyor ve çözüm önerileri geniş kabul görüyor.
3- Bu yönüyle Türkiye AB'den daha etkili bir güç haline geldi. Ankara en azından AB'ye denk düşen bir güç olarak öne çıkmış durumda. Fransa hem kendi adına hem de AB Dönem Başkanı olarak Türkiye'nin kazanımlarına ortak olmaya çalışıyor, başka da yaptığı bir şey yok.
4- Tam üyelik için müzakereler devam ederken Türkiye'nin AB üyeliği bu gerçeklerle yeniden düşünülmeli. Bu hızla devam edilirse birkaç yıl sonra Türkiye AB'nin çok ötesinde etkin bir güç haline gelebilir.
5- Çünkü şu an bile AB'ye yol gösteriyor, kapılar açıyor, birliğin bu bölgelerdeki geleceğini şekillendiriyor. Brüksel bunu fark ediyor mu acaba? Türkiyesiz Ortadoğu, Türkiyesiz Hazar ve enerji güvenliği olmayacağını algılayabiliyor mu?
6- Türkiye, kendi bölgesinde kendi çekim alanı oluşturdu. Daha şimdiden bir çok ülke bir çekimin etkisine girmiş görünüyor. Ortadoğu'da, Kafkaslar'da, Hazar çevresinde Türkiyesiz bir istikrar artık mümkün değil.
7- Bu yol Türkiye'yi bölgesel bir güç olmanın ötesine taşıyacak, küresel aktör haline getirecek. Tabi süreç böyle devam ederse. Kafkaslar'daki krizde ABD'nin, NATO'nun, AB'nin ve Rusya'nın Türkiye'nin önerilerinden başka masaya koyacağı hiçbir çalışma göremedik. Bu gerçek bile durumu anlatmaya yetiyor.
8- Sadece diyalog, barış arayışları değil, Türkiye'nin bölgesel, ulus üstü proje önerilerine özellikle dikkat çekmekte yarar var. Bir anlamda yarının Ortadoğu'sunun kapıları aralanıyor. Çatışmaları kendi arasında çözebilen, kendi siyasi, ekonomik ve askeri kurumlarını oluşturabilen bir bölge inşa edilebilir.
9-Türkiye'yi dikkatle izleyelim. Çünkü bütün dünya izliyor.