Sultan Vahdettin Han, 1922 yılında önce Malta’ya, sonra S.Arabistan ve daha sonrası İtalya’ya yanında sadece elbiselerinin bulunduğu bir bavulla gelmiş,1926 yılında 65 yaşında iken bu ülkede San Remo şehrinde vefat etmiştir.
Borcundan dolayı cenazesine el konulunca, müslüman bir ülkeye defn edilmesini vasiyyet ettiğinden borçları dönemin Suriye Devlet Başkanı Ahmet Naim ve Şam’da yaşayan Türk asıllı tüccarların da himmetleriyle ödenerek gemiyle önce Beyrut’a getirilmiş, burada halk tarafından cenaze namazı kılındıktan sonra tekbirlerle atalarının malı olan şimdiki Süleymaniye camiinin bahçesine unutulmayacak bir iz olarak defnedilmiş.
Sultan’ın ebedi istirahatgahı için Koca Sinan’ın inşa ettirdiği bu camii tercih etmesi, banisinin ve mimarının şahsında İstanbul hasretini gidermek için olduğu düşünülebilir mi acaba?
Yavuz Sultan Selim Han’ın Şam’a ilk hediyesi İslam dünyasında ‘Şeyhü’l Ekber, Pir-i Ekber, Sultanü’l Arifin diye de tanınan Muhiddin-i Arabi Hz.lerinin türbe ve camisidir. Arabi için yaşadığı her gün için bir kitap yazdığı söylenir…
Sultan Selim, 27 Eylül 1516’da Memlüklüleri mağlup etmesiyle, Arap şairlerin “Dünya yüzünde güzellik timsali,cennetin tavus gerdanlığı…” diye tarif ettikleri Şam’a girdiğinde, görmüş olduğu bir rüya üzere ilk olarak metruk halde bulunan ünlü mütefekkirin mübarek mezarını ortaya çıkararak tamir ettirip, hemen yanı başına bugünkü camiyi yaptırmış.
Kaynaklarda rüya ve sonrası şöyle anlatılır:
Sultan Mısır seferine çıkmadan henüz Şam’da iken Arabi’nin bir risalesinde “ İza cae’ssinu dahale’ş-şine uzhira bi merkadi’l mim” kaydını görüp okuduğunda, yanında bulunan Şeyhu’l İslam Kemalpaşazade , “sin” den kastın Selim, “şın”’dan kastın ise Şam, “merkat-i mim” den kastın ise Muhiddin’in kabri olduğunu şeklinde yorum yapınca, Sultan Selim, şeyhin ruhaniyetinden dilekte bulunarak, o gece rüyasında görür. Hazret ona:
“Senin gelmeni beklemekteydim.Safa geldin. Sana müjdelerim Mısır kolay olacak. Ama önce beni bu metruk yerden kurtar. Ayrıca Salihiye’yi de onar benim için de bir türbe, cami, medrese ve imaret yaptır.” der. Sultan o kışı bu nedenle Şam’da geçirir. Şeyhü’l Ekber’in kendisinden 276 yıl sonra onun manevi işaretiyle mezarının bulup bir türbe yaptırır. Daha sonra türbenin de aynı alanda olduğu bir de camii ve imaret yapılmasını emreder.
Türbe caminin avluya açılan kapı tarafında sağ altta. Onlarca basamaktan sonra varılıyor. Sandukası gümüş işlemeli ve yeşil atlasla örtülü.
Camii ise çok kısa bir sürede Şamlı mimar Şahabettin Ahmet’in gözetiminde yerel ustalar tarafından yapılmış. Zaman kaybına neden olacağından mimaride yerel unsurlar tercih edilmiş. Bu eser ile bölgede Osmanlı varlığının temelleri atılmış, hem de büyük mütefekkirin hatırası yad edilmiştir.
İmarete gelince; geçmişte ihtiyaç sahibi insanlara Devlet-i Ali Osman adına günlük yemek ve içecekler ikram edilirmiş. Asırlardır kaynayan kazan hiç eksik olmamış. Günümüzde ise ecdadımız adına olmasa da hafta sonları yemek verilen yer özelliğini korumakta.
I.Dünya Savaşı sonrasıdır. Mütareke sonrası Anadolu’ya gidecek, belki de bir daha hiç sefere çıkamayacak, içerisinde sevdiklerine geri dönecek yaralı Osmanlı askerlerinin bulunduğu tren bir türlü hareket etmemektedir. Dışarıdan uğultular gelir.İçeridekiler merak ederler. Bölük komutanı olan Şam’ın son Selahattin’i Selahattin Günay, trenin penceresinden dışarıya bakar. Trene sarılmış binlerce insan hıçkıra hıçkıra ağlamaktalar. İçlerinden biri herkesin göreceği şekilde trenin önüne atılarak:
“ Bizleri kimlere bırakıp gidiyorsunuz!”
İşittiği bu söz üzerine komutan, toz toprak içerisindeki yanaklarına inen gözyaşlarını saklamak için kompartımanına geri döner.
Tarihimizin altın sayfalarından hüzün dolu böyle bir tablonun yaşandığı yer Hicaz Demiryolu hattının Şam istasyonu…
Bugünlerde hayata geçirilmeye çalışılan bu hattın ilk proje sahibi II.Abdülhamit. Şam istasyonu Bağdat’a kadar giden hattın bir istasyonu. İstanbul’u kutsal topraklara bağlayan önemli bir Osmanlı eseri. Anadolu’daki örneklerinden hiçbir farkı yok. İstasyonda geçmişte hat işletilirken kullanılan lokomotiflerden biri var.
Hicaz hattının tekrar açılacağı ümidiyle rayların üzerinde öylece duruyor.
İstasyona çok yakın diğer bir Osmanlı hatırası da Şam Mevlevihanesi. Şam’ın fethi sonrası 1585 yılında bu merkezi yerde tesis edilmiş. Camii ve Hamuşan’ı* ve tekkesiyle dikkat çekici bir yapı. Banisi Arap kaynaklarına göre Lala Mustafa Paşa, ilk şeyhi ise bugün tekkenin mescidinde türbesi bulunan Karamanlı Derviş Kartal Muhammed Dede.
Geçmişte Türklerin Biladü’ş Şam bölgesine intikalinde bir geçiş noktası olarak da kullanılmış. Bu yönüyle tarih boyunca bir çok dervişi ağırladığı gibi I.Dünya Savaşı’nda Kanal Harekatı’na katılmak için Şam’a oradan Filistin’e geçecek olan Gönüllü Mevlevi Alayı’nın uğrak yeri olmuş. Remzi Dede’nin şeyhliği döneminde ise, Türk askerinin mühimmat deposu olarak da kullanılmış.
Özellikle Arap aleminde tesis edilen Şam Mevlevihanesi gibi dergahlar sayesinde Osmanlı örf ve adetleri, kültür ve sanatı bu bölgelerde yayılma imkanı bulmuş, hangi milletten olursa olsun, Mevleviliğe intisap eden bir çok mutasavvıf, musikişinas veya sanat erbabı yetişmiştir.
*Hamuşan, suskunların yurdu manasında Farsça bir kelime. Mevlevi dergahlarındaki mezarlara da verilen ad.
Devam edecek...