Son iki yazıdır özetle, batı medeniyetinin doğuya karşı yürütmüş olduğu vahşi politikaların artık beklenen karşılığı vermeyeceğini söylemeye çalışıyorum. Bundan sonra batı, yıpranmış, yıkılmış, tüm değerlerini kaybetmiş bir doğunun serseri mayın gibi gelmeye başlayan sorunlarıyla savaşmak durumunda kalacak. Ve emin olun, bu savaşı kaybedecek.
Londra, Paris, Viyana ve Roma deyince aklınıza gelen; vakti zamanında Bağdat, Şam, Kahire ve Taşkent için geliyordu. Medeniyetin başkentleri, modern dünyada kültür, sanat, tarih ve edebiyatın kalbinin attığı yerler; bir zamanlar doğunun o kadim şehirleriydi. Ne var ki batının akın akın gelerek talan etmesiyle birlikte bu şehirler bugünkü ağlanası hallerini aldılar. Batının gözü doymaz hırsı, halen birşeyler beklese de; artık bu topraklardan elde edilecek tek şey, malesef hüsran.
Bütün planlarını doğunun değerlerini çalmak üzerine inşa eden bir medeniyetin tıkandığını söyleyebiliriz. Artık çalacak, gasp edecek, götürülecek hiçbir şey kalmadı. Bundan sonrası sadece topraktır. Öyle ya medeniyetini çaldığınız, yeraltı kaynaklarını ve imkanlarını çaldığınız bir coğrafyaya hala geliyorsanız, alacağınız tek şey birkaç kerpiç bina ve kuru topraktır.
Burada insanın aklına şu geliyor. Acaba coğrafi olarak iki medeniyetin halklarının yerlerini değiştirseydik; doğudakiler batıda, batıdakiler doğuda yaşasaydı, bu savaşlar olmaz mıydı? Bu sorunun cevabı medeniyetlerin insana bakışındaki algılarda gizli.
Bundan sonrası için bir değerlendirme yapmaya kalkarsak eğer, bir an önce cevabını bulup tedbir almamız gereken nokta şudur: Batı, topraklarını da çalmaya başladığı bir medeniyetin yaşayan sahiplerine karşı, nasıl davranacak?
Geçmişten bugüne kadar yaşananlara baktığımızda bu sorunun yanıtını tahmin etmek çokta zor değil. ‘İnsan insanın kurdudur’ diyen bir medeniyetin, kendinden olmayana karşı ne şekilde davranacağını bilmek kehanet değil. Ne var ki onca demokrasi söylemleri, özgürlük ve insan hakları nidaları yine de insanda merak uyandırıyor.
Acaba Aylan bebekler için, mülteci botları için takınılan tavır, Slovakya hükümetinin açıkladığı gibi ‘alacaksak sadece hristiyan mültecileri alırız’ anlayışı; olayın şoku ile yapılan bir dizi hata mıdır; yoksa batı, bildiğimiz bu tutumunu külli bir algı ile devam ettirecek midir?
Kanaatimce yüzyıllardır takındığı vahşi, ötekileştirici, iğrenç tutumunu batı, bundan sonra da devam ettirecek.
O halde bize düşen ne?
Karşılaştığımız sorun öyle basit ve alelade bir sorun değildir. Karşılaştığımız sorun, bizi, tüm insani değerlerimizi kaybedeceğimiz noktaya götürebilecek kadar tehlikelidir. Tehlike, esfelisafilinleşme tehlikesidir.
İnsana insan olduğu için yaklaşmak ve ona sadece insan olmanın verdiği payelerle değer biçmenin yeterli olduğunu dünyaya anlatamazsak; batının köhneleşmiş, kokuşmuş, materyalist değerlerinin tahakkümüne izin vermeye devam edersek; emin olun, bizim de onlardan bir farkımız kalmayacak.
Görünen o ki bu saatten sonra dünyayı yaşanabilir kılmanın tek yolu, bir batılıya insan olmanın asli değerlerini öğretmek olacak.