“Fani dünyaya bir not düşme çabasındayım çünkü yaşamak için yazıyorum.” Mustafa Ayvalı
Aralanır cümleye şu kanatlı kapılar.
Perçinler kederimden tespih tanesi gibi.
Sükûtun eşiğinde dört kapı, kırk makam var,
Nedametimle yanan gönül hanesi gibi.
Sır işli motiflere ruhu sinmiş nahhatın.
Araladık kapıyı kendimizi umarak.
Kabri türbe yapan sır, nuru yorgun şu bahtın,
Uçmak gerek ey hayat! Kanatlarımı bırak.
Yok mudur anahtarı, kalbimin dili paslı.
Gayrı beklemek olmaz bağda gül, çöllerde kum
Ve avluda uzayan bir yol var ki kavisli
Gökte, belki toprakta bir zaman arıyorum.
Kırk yerinden hançerli, kırk yamadan ibaret
Bir gönül var ki bende, türküm mavidir mavi.
Üfler dilsiz kamışa bir nefes ve nihayet
Açılır tek bir kapı şu kalbime müsavi.
“Dilsiz Kapı” şiirindeki mısralarla yine okurun gönlünü fetheden Mustafa Ayvalı, 1964 doğumlu… Amasya ili Suluova ilçesi Bayırlı köyünde annesinin deyişiyle “Arpalar biçilirken” dünyaya gelen Şair Ayvalı; Amasya’da bir kamu kurumunda görev yapmakta...
Şairliğinin yanında uzun yıllar mesleğine ait derneğin şube başkanlığını yapmış ve şu anda da bir kamu sendikasının İl Başkanlığı görevini yürütmektedir. Şair Ayvalı; İLESAM Amasya İl Başkanı, Amasya Sanatçılar Derneği Yönetim Kurulu ve Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği üyesi... , Birçok ulusal, yerel radyo ve TV programlarına konuk oldu, “Şiir Kervanı” adı altında gazete köşelerinde şiir ve nesirleri yayımlandı. Şu anda da “Külliye” isimli derginin editörlüğünü üstlenmiştir.
Şiir okuyuşundaki içtenliğine, yaşayarak yorumlamasına hayran olanlardan biriyim. Kendisiyle söyleşimize başlamadan önce “Erciş İnci Kefali” şiir etkinliğinde imzalayarak tarafıma hediye ettiği “Öyle İşte” isimli o güzel şiir kitabının ve ilk şiir kitabı olan “Karlı Dağların Mor Menekşesi’ adlı eserlerin sahibi değerli şair Mustafa Ayvalı’ya teşekkür etmek istiyorum.
“Kıymetli şairim hoş geldiniz. 2009 yılında çıkan “Karlı Dağların Mor Menekşesi” isimli kitabınız hece ve serbest vezin şiirlerinden oluşuyordu. Hece şairi olmak; şiire önem vermenin bir başka ifadesi… Mustafa Ayvalı için şiir nedir, şair kimdir? Hayatınızda ne kadar yer kaplıyor?”
Hoşbuldum Fatma Hanım. İyi ki şiir var. Ne kadar şanlı bir insanım ki yazıyorum. Çünkü yazmak rahatlatır insanı. İnsan ruhunun da enerji biriktirip kırılmayı bekleyen fayları vardır. Gün gelir fay kırılır şiir olur, eser olur, şaheser olur. Bizler yüreğimizdeki fayları şiirle kırabiliyor, belki büyük depremler yaşamıyoruz. O nedenle kendimi şanslı saymaktayım. Şiirlerimde yüreğimdeki varlığı bulmaya çalışıyorum. Ve yaşamak için yazıyorum. Yani; şu fani dünyaya bir not düşme çabasındayım.
Birçok usta şairimiz şiirin tarifini yapmıştır. İnsanı anlatamadığımız gibi şiiri de tarif etmek zordur. Şiirin ve şairin bendeki tarifini özetlemem gerekirse:
Sürgündeki yaşamda; insanoğlunun "Yoktan Var Eden"e kavuşma sürecindeki çileli yolda verdiği amansız mücadelelerin kırılma noktalarında, ruhun kozasından sıyrılıp, ufkun efsunkâr iklimlerinde gezinirken, gönülde yaşayan duygu ve düşüncelere ritim, estetik ve imge katılarak, fikre göre duygunun baskın olduğu terkip, söz sanatıdır şiir. Bildik kelimelerle bilinmeyen cümleler kurmaktır. Kısaca kelime oyunudur.
Şiir; duygu, düşünce ve fikrin öz, etkili söyleyiş biçimi, mûsîkinin gizemli notalarıdır.
Şiir bazen yalnızlığın, içselliğin, çaresizliğin dışa vurumudur. Yalnızlıksa; şu âlemden göçüp gidenlerin, susmuşların (Hâmuşân) elimize alelacele tutuşturduğu yağlı kurşunları peşi peşine atan silahın ruhsatsız kullanımıdır.
Şiirin oluştuğu mekân aşkın da mekânı olunca yakar insanı, hayaliyle baş edemeyen şair mahmuzla dokunduğu duygularını dizginleyemez.
Öyle anlar olur ki hisseder de yazamaz insan, yaşar da, yanar da yakamaz türküsünü. M.Akif Ersoy’un da dediği gibi “Dili yok kalbin ondan ne kadar bizarım” deyip kalbi dile gelip de konuşsa şairde der insan.
Şair; duygu ve düşüncelerini herhangi bir vezne bağlı kalmaksızın (geldiği gibi) kurduğu cümlelere samimiyetini, ruhunu üfleyerek anlam ve ahenk birliğiyle kendine has üslubunda şiiriyeti yakalayıp, bunu kaleme alan sihirli ve güzel söz sanatçısıdır. Doğrusu bu özelliğin sonradan kazanılan bir yetenek olmayıp Allah tarafından o kişiye bahşedildiği, bahşedileninse bu yetilerini kültür, bilgi, beceri ve hüzün gibi donanımlarla geliştirebilmesine bağlıdır. Şair; kendi penceresinden bakıp, dış dünyada görünen varlıkların görünmeyen resimlerini tuvaline aktaran bir ressam ve bir düş gözlemcisidir.
Gönül imbiğinde süzülüp, akıl süzgecinden geçirilen düşünce ve duygunun izdivacıdır şiir.
Şair; isyanın eşiğinde bıçak sırtı ince bir çizgide yürümeye çalışan söz cambazıdır.
Şair; bazen görünenle ters orantılı yaşayarak, mutlak hakikati bulma çabasındadır. Şiir; yüreğimizin derinliklerinde gizli sevdayı arayıştır.
Bir gün mutlaka bitecek olan hayata karşı endişesi olmayan insan tükenir. Şair var olmayı unutan değil, var oluş amacını düşünendir.
“Şiirinizin özelliklerini, dinamikleri, şiirinizde yazar olarak, yaşama ve insanlara vermek istediğiniz mesaj nedir?”
Ortaokul yıllarında İlhan Geçer’in Cahit Sıtkı Tarancı şiirlerini tahlil ettiği bir kitap elime geçmişti. C.Sıtkı Tarancı şiirleri beni çok etkilemiş ve içimdeki kıpırtıları gün yüzüne çıkarmaya başlamıştır. Elbette ciddi anlamda şiir yazmaya yıllar sonra başladım. Şiirlerimde aşk, vatan, doğa, yöre, şehir gibi farklı konular olsa da genellikle içe dönük hayatın iz düşümlerini görürsünüz. Şiirlerimde; dolaylı anlatımları ve geleneksel şiirle, çağdaş şiirin harmanlandığı bir yapıyı görmeniz mümkündür. Şairin kendine has bir tarzı olmalı ve bunu okuyucuya hissettirebilmelidir. Hece şiirinin hemen hemen her türünü yazmaya çalışırken, imgeyi hece şiirinde kullanmayı çok severim. Geleneksel halk şiirine faklı renkler katmamız gerektiği düşüncesindeyim. Aslında serbest şiir yazmak hece şiirinden daha zordur. İmge ve kafiye gibi iç dinamikleri yakalayıp akıcı ve anlaşılır kılıp, konu bütünlüğünü sağlamak gerekir. Dozu iyi ayarlanmayıp imgeye boğulan serbest şiirlerde verilmek istenen mesajlar anlaşılmaz bir hale gelir ve istenen hedef kitleye ulaşması çok zordur. Şiirde kurgu yapılabilir. Ancak ben şiirlerimde kurguya pek yer vermiyorum. Her şeye yazılsa da şiir; yazanı yakmazsa yazılamaz.
Şiir; hayata, sosyal ve siyasal yaşama dair okuyucuya mesajlar vermelidir. Bu da şairin kimi muhatap aldığına bağlıdır. Şairin vücuda getirdiği bazı eserler kapalı anlatım ve imge nedeniyle halkın anlaması pek de kolay olmayabilir. Bu tamamen eğitim düzeyine bağlıdır.
“Öyle İşte isimli eserinizin ismine de hayranım. Çok içten, samimi, gerçekçi ve de akılda kalıcı. Bu eserinizde de yine aşk, hayat, doğa, memleket, iç denetim, tasavvuf gibi konuların yer aldığını biliyoruz. Hepsi birbirinden güzel emek harcanmış dizeler… İlhamınız yakanıza hangi zamanlarda yapışır diye sormak istiyorum. Şiirle iç içe olmak, edebiyat toplantıları yapmak daha mı çok ilham verir?”
Efendim öncelikle şiir kitabıma “Öyle İşte” ismini vermemin sebebine gelirsek; bir dostla sohbet ederken konu hakkında bilgilerimi yeterince aktardığıma inandıktan sonra “Öyle işte” der sükût ederim. Yani ben bildiklerimi söyledim, sen istediğini alabilirsin. Edebiyat toplantılarının şaire çok değerli bilgiler kattığına inananlardanım. Dağdaki çobandan, deliden ve veliden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki. Ben bu dünyada bir talebeyim.
Hüzündür bize şiir yazdıran, zaten hayatın ta kendisi hüzün üstüne kurulmuştur. İlham dediğimiz şey aslında bir arayıştır. Olaylar, çıkmazlar karşısında bir kapı aralamaktır. Duygu yoğunluğudur. Allah vergisi bir yetenektir. Eflatun garip bir hurafeden bahseder. "Erkek ve kadın eskiden tek vücut halindeymiş. İlahlardan biri bunları günün birinde ayırmış. Şimdi kadınla erkek, vaktiyle tek olan bir vücudun iki parçasını teşkil ve temsil ederler". Bu düşünceye göre aşk; kendisine bağlı parçaya kavuşmak gayretinden başka bir şey değildir. Aşkın bizatihi kendisi de şiirdir zaten.
“İnsan sizin için ne ifade eder?”
Yunus Emre’nin bir sözü vardır. Der ki “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü.” Bu söz benim insana bakış açımı özetler.
“Hem antolojiler çıkarıyor hem de antoloji ve dergilerde şiirlerinizi paylaşıyorsunuz. “Amasya Şairleri ve Engelsiz Mısralar” isimli şiir antolojilerinin yayın kurulunda yer alarak iki şiir antolojisine imza attığınızı biliyorum. Sizce antolojiler yeterli kesime ulaşıyor mu, okunuyor mu? Bu konuda ben de epey yol kat ettiğimi düşündüğüm için sormak istiyorum, antolojiler hakkında düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.”
Antoloji hazırlamak meşakkatlidir. Zaman ayırmak gerek. Emek ister, özveri ister. Eseri hayata geçirdiğinizde ise bütün yükten arınır, işin keyfini yaşarsınız. Gelecek nesillere kaynak bir eser bırakmanın hazzını yaşarsınız.
Her zaman edebi anlamda değer taşıyan eserlere yer vermek amacım olmuştur. Üç arkadaşımla yine Amasya’da bir ilki gerçekleştirerek “Amasya Şairleri” antolojisini hazırlayıp 2013 yılında okuyucusuyla buluşturduk. Bu çalışma ile de tarihe ışık tuttuğumuza inanıyorum. Elbette böyle bir esere kaynak gerekli. Bu konuda edebiyat ve kültürümüze değer verip gereken ihtimamı gösteren ve her zaman yanımda olan Amasya Belediyesi Başkanı Sayın Cafer Özdemir Bey’e şükranlarımı sunuyorum. Yine bir engelli derneği yararına neredeyse tamamen benim omuzladığım “Engelsiz Mısralar” ismini verdiğimiz sadece engelli kardeşlerimizi konu alan şiirlerden oluşan bir antolojiyi de 2014 yılında hayata geçirdik. Bu da belki ülkemizde bir ilkti.
Son yıllarda o kadar çok antoloji kitabı çıkarılıyor ki anlatamam. Katılımcı şairlerden belli bir ücret talep ediliyor. Karşılığında 10-15 kitap veriliyor. Seçici olunmuyor, sadece paraya bakılıyor. Bir nevi ticaret kapısı olmuş. Sanırım anladınız. Benim yer aldığım iki antolojiden de katılımcıdan para talep etmedik. Sponsorlarla görüşerek maddi konuları aştık. Dergi ve gazetelerde şiirlerimi yayımlama konusuna gelecek olursak; internet ortamında paylaşılan eserler kalıcı olmaz. Dergi ve kitaplarsa kalıcı ve eserin size tescillendiğinin bir delilidir.
“Yaklaşık beş yıldır Amasya’da her ayın ilk haftası cuma akşamları “Külliye Şiir Akşamları” adı altında Amasya Belediyesinin katkılarıyla TDED adına dinletiler düzenlediğinizi biliyoruz. Bu toplantılara kimler katılıyor, nasıl gidiyor, edebiyat adına neler yapıyorsunuz?”
Fatma Hanım, yine Amasya’da uzun yıllar sonra bir ilki daha gerçekleştirmenin bana nasip olmasına çok seviniyorum. Amasya bir tarih ve kültür kentidir. Müzik konusunda meşkler “Amasya Mûsiki Cemiyeti” tarafından yıllarca düzenli olarak yapılmaktadır. Şiirsel meşklerin ise Şehzade Ahmet’in Amasya Valiliği sırasında 1460 lı yıllarda şairlerimiz Mihri ve Zeynep Hatun’un katılımıyla sanatkârlar meclisinde yapıldığını tarih kitaplarından biliyoruz. Amasya Sanatçılar Derneği Yönetim Kurulunda olmam nedeniyle dernek adına 2011-2012 yıllarında Şamlar Camii külliyesinde bulunan “Sıbyan Mektebi” denilen otantik bir mekânda “Külliye Şiir Akşamları” adı altında şiir ve sohbet meclisleri tertiplemeye başladım. 2013 Yılından itibaren de yine Amasya Belediyesinin katkılarıyla Sultan Bayezıd Camii külliyesinde bulunan “Belediye Çay Sohbet ve Okuma Evi’nde “Külliye Şiir Akşamları adı altında halen dinletiler düzenlemekteyim.
Bu meclise şair, yazar, lise, üniversite öğrencileri ve hocalarımız dâhil şiire sevdalı dostlar katılmaktadır. Her programda usta bir şairimizi tanıtır, şiirlerinden örnekler veririz. Katılımcı şairler şiirlerini paylaşır, müzik eşliğinde türküler dinler edebi sohbetler yaparız. Bu tür etkinliklerin ne denli yararlı olduğunu kulağıma gelen olumlu tepkilerden anlıyorum. Kaldı ki şiir yazan ve yeni başlayan insanlarımıza olumlu etkileri olduğu yadsınamaz.
“Editörlüğünü yaptığınız Külliye Dergisi hakkında bilgi verir misiniz? Edebiyat dünyasında yeni olmasına rağmen çok ilgi gören ve okunan dergilerden biri… Kaliteli şair ve yazarlarla yoluna devam eden bu derginin yayın aşaması kitap hazırlamaktan zor olmalı. Bahseder misiniz?”
Elbette Fatma Hanım. Dilerseniz bu sorunuza bir görüşümle giriş yapayım. Edebiyat bir eğlence aracı değil, tarihe not düşme sanatıdır. Bu ilkeden yola çıktık. Külliye Şiir Akşamları’nın neden bir belgesi olmasın dedik. Ve üç ayda bir çıkan dergimizle bir yılı geride bıraktık. İlk üç sayımızda Amasya, kapılar ve köprüler adı altında dosya hazırlayarak geleceğe önemli belgeler bıraktığımıza inanıyorum. Dergi çıkarmak, özellikle dosya hazırlamak zor iştir. İleriki sayılarda yeniden değerlendireceğiz. Nerde bir edebiyat sesi varsa ben oradayım. Elbette eserler konusunda seçici olmak gerek. Ancak derdimiz insan olduğuna göre genç kalemlerle ustaları da buluşturmak gerektiğine inanıyorum ki onlara da cesaret verelim. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Şiir anlayışı herkeste farklıdır. Şiiri büyük bir su gözesine benzetecek olursak, kişi elinde bulunan kabın büyüklüğü oranında su içecektir. Su; hangi kaynaktan doldurulursa doldurulsun, koyduğumuz bardağa göre şekil alır, tadı ve içeriği çıktığı kaynağa göre değişir.
“Mustafa Ayvalı’nın bir günü nasıl geçer? Neleri sever nelerden hoşlanmaz?”
Efendim hafta içinde işim gereği mesaideyim. Boş zamanlarımda kitap okur, mesleğim gereği hep doğayla iç içeyimdir. Hayvanların sağlığıyla ilgilenirken köylü kardeşlerimle sohbet ederim. Onlardan hayata dair çok şeyler öğrendiğimi belirtmeliyim. Akşamları evime geldiğimde haber, belgesel ve tartışma programları haricinde pek TV izlediğim söylenemez. Ancak otuz beş yıldır pazar günleri saat 10.00’da TRT’1 de yayınlanan kovboy filmlerini mümkün olduğunca kaçırmadan seyrederim. Doğayı ve doğallığı çok severim. Bir doğa aşığıyımdır. Çocukluğumda ata binmeyi çok severdim. Ancak şimdi pek mümkün olmuyor. Ataerkil bir ailede büyüdüm. Her hafta sonu Suluova ilçesinde bulunan bahçeli, ahşap müstakil baba evine gider baba ocağını tüttürmeye çalışırım. Yalın ayak bahçede gezinir her türden sebze yetiştirmeye çalışırım. Zaman zaman arkadaşlarla çay ocaklarında buluşur edebi sohbetler yaparız. Seyahat etmeyi çok severim. Ancak bir yerde üç günden fazla kalmam. Rahmetli anam bana “Yitik Karaoğlan” diye hitap ederdi. Yanık bir nesil olduğumuz için ne köylü kalabildim ne de şehirli olabildim. Ama köylü yanım hep ağır basmıştır. Yanık ya da kavruk nesil diyorum çünkü benim yaşımda olanlar bilirler, 80’li yıllarda zor günler yaşadık ve sonrasında başımızı döndüren bir teknolojik süreçten geçtik. Öküzlerin koşumunda dövenle sap sürerken, günübirlik uçakla İstanbul’a gidip gelir olduk. Yani feleğimiz şaştı. Bir şikâyetim yok, aksine çok şanslı bir nesil olduğumuz kanaatindeyim.
“Sizce şair ve yazarlarımız arasında kendi yazıp kendi okuyanlar var mı? Kitap okumaya üşenen, bu tada varamamış olanlara nasıl yardımcı olabiliriz?”
(Fotograf; Mustafa Ayvalı Üstad Cemal SAFİ ile....)
Yanlış hatırlamıyorsam Cemal Safi Hocamın bir sözü var “Bilmiyorsan şiir yazma” der. Bende diyorum ki şiir yazabilirsiniz. Eğer bu işi bilmiyorsanız şiirlerinizi mecliste paylaşmayın, eşinize, çocuklarınıza hatta kendinize okuyun. Çok okumadan yazmak işi âşık ve ozanların işidir ki o da Allah vergisi bir kulağa ve yeteneğe sahip olmalarından ve de hayat tecrübelerinden kaynaklıdır. Kalem şairi mutlaka okumalıdır. Bir örnekle bu sorunuzun cevabını bulmaya çalışalım. Rahmetli babam şeker fabrikasında bir işçi, aynı zamanda da iyi bir çiftçiydi. Hiç okula gitmediği halde biraz askerde, en çok da kendi çabalarıyla okuma yazma öğrenmiş. Her akşam eve geldiğinde yemek sonrasında bir saat kitap okurdu. Yıllar sonra merak edip "acaba ne okuyor?" diye kitaplarını karıştırdım. Bir de ne göreyim! Yunus Emre, Mevlana ve M. Akif Ersoy’un eserlerini okuyor. Okumak için bundan daha güzel örnek olabilir mi?
“Yakın geleceğe ait projeleriniz nelerdir ve Mustafa Ayvalı yirmi yıl sonra kendisini nerde görmek istiyor?”
Ömrüm olursa üçüncü şiir kitabımı, hatta deneme ve öykülerden oluşan bir başka kitap çıkarmayı düşünüyorum. Halka açık şiir ve türkülerden oluşan birçok etkinliklere imza attım. Devam etmek istiyorum. Kendimi nerde görmek istiyorum sorusuna gelince takdir halkın. Tanımadığınız bir kişi size selam verir ya, kendimi işte orda görmek istiyorum.
“İnşallah diyelim, hepimizin temennisi o sanırım… Şiir yazmaya kendini adamış genç arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz neler olacaktır?”
Nasıl ki bir ressam bütün renkleri bilerek sanatını icra ediyorsa, şair de şiirin bütün vezinleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Ve usta şairlerin eserlerini okumalıdır. Eğer yanardağdan fışkıran lava şekil vereceksek, sıcağa dayanıklı bir kalıba sahip olmamız gerekir. Kısaca yaptığımız işin inceliklerini bilmemiz gerekir. Ben yazdım oldu demeyip, daha iyiyi yazmayı şiar edinerek kendine has bir üslup geliştirmelidir.
“Bir düşünür ‘Yazarı ürküten, anlamayanın kalabalığı değil, anlayanın dudak büküşüdür” der. Bu hususta sizin düşünceleriniz nedir?”
Bu sorunuza Yahya Kemal Beyatlı ve Orhan Veli Kanık arasında geçen bir anı ile cevap vereyim.
Yahya Kemal aruz vezniyle şiir yazdığı için serbest vezinle şiir yazan Orhan Veli Kanık’ı küçümser. “Bu şair okuyucuyu kendine hayran bırakmak değil, hayrette bırakmak istiyor.” der. Orhan Veli şüphesiz aruz veznini çok iyi bilmektedir. “Efsane” adlı şiiri bunu kanıtlamaktadır. Bu şiiri Yahya Kemal’ de takdir etmiştir. Hatta bir karşılaşma sırasında Orhan Veli Yahya Kemal’e bu şiiri okumuş ve Yahya Kemal de: “Siz biraz daha gayret etseniz bizi bile geçeceksiniz” demiştir. Orhan Veli bu iltifata şu karşılığı vermiştir: “Aman efendim, biz bunu alay olsun diye yazıyoruz!”
Dudak bükmelere aldırmadan iyi bildiğiniz yolda devam ediniz derim.
“Okurlarımıza iletmek istediğiniz herhangi bir mesajınız var mı?”
Bir milleti millet yapan dil, kültür ve sanat birlikteliğidir.
Son yıllarda geleneksel halk şiirimiz biraz toparlanma gösterse de serbest şiire doğru bir artış gözlemlemekteyim. Şair; geleneksel şiir ve aruzla birlikte, geleneksel hece şiirini reddetmeden ve zaman zaman onunla birleşim kurarak süregelen, hayal edilen hayatı, içerik sanatını iyi kullanarak geniş bir alana sahip olan serbest vezinle yazılmış şiirlerde de dile getirebilir. Bende serbest şiirler yazmaktayım. Ancak; geleneksel şiiri de göz ardı etmemeliyiz. Köklerinden yoksun bir ağacın toprağa tutunup şıvgın vermesi mümkün müdür?
Bir konuya daha kısaca değinmek isterim. Maalesef son yıllarda yabancı kelimeler türeyip genç neslin dilinde pelesenk olmaya başladı. Ne yazık ki çoğunlukla görsel medya, bazı edebiyat eserleri ve basın yayın kuruluşlarının yazılarında da bu tür kelimeleri görmekteyiz. Ben, güzelim Türkçemizin ve yöresel kelimelerin yaşaması için elimden gelen gayreti sarf etmekteyim. Bir milletin varlığı; dil ve kültür birliğine bağlıdır. Aksi takdirde yok olmaya mahkûmdur.
Dilin anlatamadığını şiir, şiirin anlatamadığını musiki, musikinin anlatamadığını ise sükût anlatır.
“Bu yoğun temponuzda bize de zaman ayırdığınız için teşekkür ediyor, kaleminiz daim olsun diyoruz.”
Ben size teşekkür ediyorum Fatma Hanım. Çok hoş ve faydalı bir sohbet olduğu kanaatindeyim. En kalbi saygı ve muhabetlerimle efendim.
Saygılar bizden Mustafa Hocam, bu arada müsaadenizle çok beğendiğim Kilit Taşı isimli şiirinizi de okurlarımla paylaşmak istiyorum, izin verir misiniz?
Elbette, tabi...
KİLİT TAŞI
Hüzün en çok nehirleri sever
Ve bir köprüde başlar ayrılık sancıları
Dur durak bilmeyen nehirler gibi aktıkça
Büyürken her veda
Ayrılıktır iki yakası kolasız sevda.
Ulanmış ırmağa nice günahlar taşır
Namerdin köprüsü.
Geçmeseydik de sular götüreydi
Ki umudumu,
Baştan kokan bir balık yedi.
Sahi köprülerin altından geçen neydi?
Bir köprü çatırdıyor susuz çaylarda
Demirden, ağaçtan, taştan
Çelikten olsa da saçlarının örgüsü
Köprüler ki iki geçeli
Asmalı bir intihar bu
Ki ben
Mumdan köprüler kurdum alevden nehirlere
Kimi attım köprüleri iki yakamdan
Köprülerde yaktım dönüş biletimi.
Başını almış taşlara çarpa çarpa gider
Sudan sebepler.
Bir kilit taşı yorgunluğunda
Eşiğinde beklediğim dilsiz kapı.
Sussam kapanacak,
Konuşsam kapı duvar.
Oysa
Köprücük kemiğinden
Bendim köprüler kuran
Bendim kendi omzunda ağlayan!
Daha nice yolcular var
Köprülerin altından yalnız sular mı akar...