ŞAİR MAHMUT ÇETİN ZORBA İLE SÖYLEŞİ

Fatma Ç. KABADAYI

 

Bilirsiniz; konuşurken kullandığınız kelimeler kadar beden dili, ses tonu da çok anlam ifade eder. Önce size bir fıkra ardından da Sayın Mahmut Çetin Zorba ile bir tevafuk sonucu tanışmamızı anlatacağım. İkisinde de “O siz misiniz?” cümlesi eminim ilginizi çekecektir; büyük farklılıklarla…

Yazarları okuyucuları ile tanıştırmak babında bir toplantı düzenlenmiş. Her yazar, az çok tanınıyor, okuyucularıyla sohbet ediyor bulunduğu ortamdan da onur duyuyormuş. Sadece bir yazar tek başına oturuyor ve diğerlerine gıpta ile bakıyormuş. Nihayet saatler sonra bir adam çekinerek yanına gelmiş ve aralarında şu konuşma geçmiş;

“Sizin isminiz  …  değil mi?”

“Evet, nerden bildiniz?”

“Ben sizin kitabınızı almıştım.”

Yazar hem heyecanlı hem de sevinçle ayağa kalkmış ve “O siz miydiniz?” diye sormuş. Bu fıkra bana Türkiye’min acı gerçeklerini hatırlatsa da durumun bu kadar vahim olmaması için dua ediyorum.

2012 yılında bu cümleyi ben de kullandım. Ama ses tonum ve sevincim aynı olsa da bu fıkra ile ilgisi yoktu. Tanınmış bir yazardı. Kültür müdürlüğünde bandrol işlemleri ile uğraşırken benden beş on dakika önce gelen bir beyefendi de aynı heyecanla işleminin bitmesini bekliyordu. Şeyda Hanım, evraklarımı aldıktan sonra masasının önünde bulunan koltukta ben de bekliyordum. O sırada beyefendinin elindeki yeşil kapaklı yeni eser dikkatimi çekti. Aramızda şu konuşmalar geçti;

“Hayırlı olsun, yeni bir kitap sanırım,”

“Evet.”

“Bakabilir miyim?”

“Elbette, buyurun.”

Kitabı elime aldım. Yeni kitabın hali bir başka oluyor, insanın yüzüne ve hayatına ne güzel gülümsüyor, sanki o gün güneş daha çok parlıyor, o gece yıldızlar daha çok göz kırpıyor. Önce kitabın ismini ardından da yazarımızın ismini okudum.  “Mahmut Çetin Zorba”

Heyecanla ayağa kalktım;

“Mahmut Çetin Zorba siz misiniz?”

“Evet,” dedi.  Kendisi de şaşkındı. Bilmediği bir hayranı daha olduğunu o anda öğrenmişti. Bu tanışmamız gerçekten büyük bir tevafuktu çünkü ben o gün izin alamasaydım bandrol işlemimi erteleyecektim. Onun duygu yüklü şiirlerini sosyal paylaşım sitelerinden biliyordum ve “Haydi Tut Ellerimi” şiirini ezberleyecek kadar çok okuduğumu söyledim. Edebiyata dair sohbetimiz öyle koyulaşmıştı ki Şeyda Hanım’ın işlemlerimizin bittiğini söylemesini bile duyamamıştık.

 

Tanışmamızdan sonra fırsat buldukça görüşmelerimiz devam etti. -Allah dostluğumuzu bozmasın- şairliğinin yanı sıra çok değer verdiğim bir ağabeyim oldu.  O günü anımsadığımızda hep “Ben sizin hayranınızım, bir imza alabilir miyim?” esprisini yaparım. Sevgili eşi Fadime Hanım “Ben onun bütün imzalarını aldım, size kalmadı” diyerek bizi güldürür.

Mahmut Çetin Zorba, Antakya doğumlu, emekli bir öğretmenimiz. Duygularını seçkin kelimeleriyle şiirleştirip gönüllerde yer edinmiş bir şair. Şiirleri bestelenen ve ilgiyle okunan Sayın Zorba’yı elbette tanıyorsunuz ama ben de kendisiyle bir söyleşi yapmak istedim, beni kırmadı. Öncelikle teşekkür ediyorum ve soruyorum;

“Mahmut Hocam,  size ‘Mahmut Çetin Zorba’ kimdir, nasıl bir kişilik özelliklerine sahip diye sorsak bize neler söylersiniz?”

-Mahmut Çetin Zorba Antakya doğumlu… Babam memur idi. İlkokulu İstiklâl İlkokulunda bitirdim. Ortaokulu Antakya Lisesinin orta kısmında bitirdim. Gaziantep Öğretmen okulunu bitirerek öğretmen oldum. İlk görev yerim Aşağı Tosunpınar köyü oldu. Daha sonra askerlik nedeni ile 2 yıl Manisa bölgesinde kaldım. Geri döndüğümde tayinim Dursunlu’ya çıktı. 4 yıl Dursunlu’da çalıştım. İstifa ettim kazandığım üniversiteyi okumak üzere Muğla’ya gittim. İşletme bölümünü bitirdim. Muğla’da tekrar görev aldım. Okul Müdürlüğü, Datça ilköğretim Müdürlüğü yaptım. Görevlendirme yolu ile Almanya’daki Türk çocuklarına eğitim vermek üzere Almanya’ya gittim. 6 yıl orada kaldım. Tekrar Muğla’ya döndüm. 1998 yılında Antakya’ya geri geldim. Kuzeytepe Memduh Özkaya İlköğretim Okulunda çalışıp buradan emekli oldum.

  

“Yazım hayatınıza ne zaman başladınız? Şiir sizin için ne kadar önemli?”

-İlk şiirimi ortaokulu bitirdiğim yıl yazmıştım. Zaman zaman yazmama rağmen ciddi bir şeyler çıkmadı ortaya. 2000 yılından sonra daha çok eğilmeye başladım şiir yazmaya. Ancak ciddi bir şiir severdim. İlkokuldan bu yana şiir okurdum. Sayısız kitaplar edinmiştim. 50 yılı aşkın bu kitaplar hâlâ kitaplığımın tacıdır.

 

“Birçok şiiriniz herkesin duygularına hitap edebiliyor, “Sanki beni anlatmış,” diyebiliyoruz. Bunu nasıl başarıyorsunuz? İlham kaynağınızı öğrenebilir miyiz?”

- İnanın bu etkilenme sözcüğünü çok duydum. Ancak şiire yoğun başladığım dönemlerde sadece kendi yaşantımı ve duygularımı anlatmaya çalışırken daha sonraları bir olay, bir cümle şiirimin ana konusu oldu. Daha çok hüzünlü konuları işledim. Sanırım okuyucunun bu yönüne dokundu şiirlerim. Örneğin “Haydi tut ellerimi kaldır düştüğüm yerden” cümlesi aklıma geliyor onu bir yere not ediyorum sonra bir gün şiirleşiyor bu cümle.

  

 

“Damla Damla Duygular isimli şiir kitabınız da hem heceli hem serbest şiirleriniz var, hangi tarzın size daha çok yakıştığını düşünüyorsunuz?”

- Bence daha çok ölçülüde başarılıyım. Edebiyatla ilgilenen dostlar “Ölçülerin babası” ve benzer lakaplar takmışlardı. Az sayıda da olsa serbest şiirim var. Onlar da sanal ortamda çok tıklananlar arasında. Serbest yazmak aklına geleni yazmak demek değildir. O zaman düz yazıdan farkı kalmaz. Serbestte de sağlam konu, arada bir kafiye olmalı. Ölçülüdeki gibi bölümleri olmalı. Sonu da mutlaka vurucu bir cümle ile bitmeli. Bana göre serbest kurallarına uyulduğu takdirde ölçülüden daha zordur.

  

“Şiir çok şair yok sözüne katılıyor musunuz?”

- Bu söz çok ağır diye düşünüyorum. Bence herkes yazmalı iyi mi değil mi okuyucu karar vermeli. Yazmak isteyene yazma demek doğru değil. Kim bilir belki de yaza yaza açılacak, iyi bir yazar olacaktır. Hangimizin ilk şiirleri ile son şiirleri aynı değerde? Zaman içinde olgunlaşmakta duygular derinleşmekte. Ancak bazen elime şiir kitapları geçiyor inanın yazan adına utanıyorum. Kendi kendim “Hiç mi kitap okumuyor hiç mi birilerine gösterip fikir almıyor?” diyorum. Herkes yazsın ancak daha çok okuyup yazsın ve birileri ile paylaşsın.

“Yakın zamanlarda projeleriniz varsa ipucu alabilir miyiz?”

- İkinci kitap da hazır gibi ancak zaman bağlı. İsmi de “ Yarım Elma” olacak.

 

“Bugüne kadar yazım hayatınızda sizi en üzen ve en çok mutlu eden anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?”

-Her ortamda söylediğim gibi yazarlara ilgili kurumlar sahip çıkmıyor. Kişiler kitabın basımından dağıtımına kadar sorunları ile baş başa bırakılıyor. Bunları derleyip toplayıcı yol gösterici kimse yok. Zaman zaman toplanıp bilgi paylaşımı yapılabilecek hiçbir ortam yok. Başka şehirlerde İl Kültür Müdürlükleri ve Belediyeler inanılmaz ortamlar hazırlıyor yazarlara. Hatta maddi destek sağlayan kurumlar da var. Bir de başka illerden davetler alıyorum ama kendi kentimde bu konuda görevli kurumlar tanımıyor bile beni. Bunlar bir Hataylı olarak beni üzüyor.

Mutlu eden ise sanal ortamda beni tanıyıp beğenen okuyucular Ankara, İstanbul ve İzmir’de imza günleri düzenleyip beni davet etmeleri. Çok güzel duygulardı bunlar. Hiç tanımadığım biri şiirimi alıp besteliyor. Dünyanın birçok yerinden övgü dolu mesajlar alıyorum. Bular muhteşem duygular benim için.

“Kıymetli hocam, vakit ayırdığınız için teşekkür ediyor, yolunuz ve bahtınız açık olsun diyorum ve müsaadenizle en sevdiğim şiirinizi paylaşmak istiyorum.”

-Ben teşekkür ederim. 

TUT ELLERİMİ


Sen gittin öksüz kaldım, zaman durdu ses sustu.
Suyu kesmez kör bıçak, sinemi nasıl kesti.
Canım alsa razıyım, işkence etmek kastı.
Adın dilimde tespih, yürek yanıyor kordan.
Haydi, tut ellerimi, kaldır düştüğüm yerden.

Ömür dediğin bir gün, akşamı beş geçiyor.
Mevsimler hız kazandı, kanat takmış uçuyor.
Güllerimi don vurdu, sade diken açıyor.
Canandan vazgeçilmez, geçiliyorken serden.
Haydi, tut ellerimi, kaldır düştüğüm yerden.

İçimdeki yangını, söndüremez yağsa kar.
Sinem dilim dilimdir, tabip ol da yaram sar.
Aşkın merhemi sende, dermanı olup da sür.
Alev aldım yanıyor, yüreğimdeki hardan.
Haydi, tut ellerimi, kaldır düştüğüm yerden.

Bahardaydı düşlerim, vurgun yemeden önce.
Kışlara teslim şimdi, yüreğimdeki gonca,
Tek seninle dillenir, seninle açar anca.
Kutsal bir haber gibi, çağrı beklerim yardan.
Haydi, tut ellerimi, kaldır düştüğüm yerden.

Bırakma ellerimi, tökezledim kaç kere.
Yanımda sen olsaydın, düşer miydim hiç yere?
Senle refahta gönül, seninle düşmez dara.
Secdeye vardı sevdam, eser kalmadı kirden.
Haydi, tut ellerimi, kaldır düştüğüm yerden.

(1 Nisan 2011 Antakya
Mahmut Çetin Zorba)

  

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.