Doğrusunu söylemem gerekirse, Süleyman Demirel'den anlamlı ve eskilerin deyimiyle 'sadra şifa' bir cümleyi en son ne zaman işittiğimi hatırlamıyorum. Bir dergiye verdiği taze bir mülâkattan gazetelere yansıyan "11 Eylül (1980) günü kanlar Kenan Evren Çankaya'ya çıksın diye akıyordu; 13 Eylül günü akan kanlar durdu" cümlesine o sebeple şaşırdım.
Aslında Demirel'den bu cümleyi yeniden siyasi hayata dönmeye çalıştığı 1980'lerin ikinci yarısında da duymuştuk. Sonra kendisi de Çankaya'ya çıktı ve bambaşka bir Demirel gördük. Demek o günleri ve kendisini koltuğundan eden darbeyi yeniden hatırlamaya başlamış...
Peki bu cümle üzerinde yeterince duran var mı? Kenan Evren ülkede ipleri ele alsın diye akıyor idiyse kanlar, bunu sağlayan neydi? Kimlerin kanının döküldüğünü biliyoruz da, kan dökenler kimlerdi ve bunun için cesareti nereden alıyorlardı? Kan dökerek iktidara gelme yalnızca 1980'e mahsus bir yöntem miydi, acaba aynı yöntem başka altüst oluşların öncesinde de uygulanmış mıydı?
Sorulara verilecek cevaplar, ülkemizin önce son 50 yılını, üzerinde biraz daha dikkatli durulursa en az 150 yıllık bir dönemi daha iyi değerlendirmemizi mümkün kılacaktır.
Demirel'in yeniden tedavüle soktuğu soruların cevapları -hiç değilse kısmen- biliniyor aslında. Bugünlerde hesabı dar bir kadrodan sorulan 'derin devlet' gerçeğinin çoktandır farkındayız. Bütün darbelerin ardında bir müttefik ülkenin desteğinin bulunduğu da malumumuz. NATO çatısı altında yer almamız, Soğuk Savaş'ın cephe ülkesi konumumuz, Cumhuriyet kurulurken belirlenmiş 'düşman' kavramının etkisi... Bütün bunlar ülkemizi kan dökülerek darbe yapılabilen bir kırılganlığa mahkum etmişti.
Bugün durum hayli farklı. Kan dökerek sonuç alınmasını bayağı zorlaştıran şartlar kendisini daha fazla hissettiriyor. Eski şablonu hortlatmaya kalkışan, demokrasiyi sekteye uğratmayı düşünen, bunun içerdiği riski herhalde biliyor.
Türkiye burası, deneyimli politikacılar, geçmişte altlarından koltuğu çekenlerin oyunlarını boşa çıkartacak tedbirler alacak ve ülkeyi bir daha maceralara sürüklenmeyecek bir duruma getirecek yerde, aynı yöntemi kendi lehine kullanmaya kalkabiliyor. Geçmişte iki kez darbelere muhatap olan Demirel'in Çankaya'da otururken 28 Şubat (1997) askeri müdahalesine mimarlık yapmasını başka nasıl izah edebiliriz?
28 Şubat kan dökülmeden gerçekleştirildi, fakat 28 Şubat kadrosunun ciddi ciddi kan dökmeyi düşündükleri de biliniyor. Demirel, askeri müdahale macerasına kapı aralamak gerekmesin diye icat edilmiş Milli Güvenlik Kurulu'nu (MGK) kendi müdahalesinin zeminine dönüştürerek darbeler literatürüne de katkıda bulunmuş oldu.
Yine de anlaşılmayan bir nokta var: Yanlış hatırlamıyorsam, 12 Eylül darbesiyle ve darbecilerle hesaplaşmayı da öngören anayasa değişiklikleri paketine karşı çıkanlar arasında Süleyman Demirel de bulunuyordu. Halkın "Hesap sorulsun" tavrı onu yeniden eski çizgisine getirmiş olmalı.
Peki Demirel'in kendi döneminde meydana gelmiş 'garip' olayların hesabı hiç sorulmayacak mı? Sivas'ta Madımak Oteli yakılırken başbakanlık koltuğunda oturuyordu Demirel; dumanlar tütene kadar geçen saatler boyunca neler düşünüyordu acaba? Uğur Mumcu suikasta uğrar, Eşref Bitlis'in uçağı düşer ve Turgut Özal hastane yolunda hayatını kaybederken de başbakan oydu. Şimdilerde bu olaylarla ilgili her kafadan bir ses çıkıyor, tek konuşmayan Demirel...