Bak, başörtüsü üniversitelerde serbest bırakıldı.
? Bak, her dediğini yaptıran ve “sonuna kadar senden olan” bir Başbakan’ın var.
? Bak, Cumhurbaşkanı’nın başörtülü eşi Avrupa Parlamentosu’nda konuşma yapıyor.
? Bak, artık senin de bir medyan var.
? Bak, ekranlarda sıkıştırılan sözcülerin yerine ekranlarda sıkıştıran sözcülerin var.
? Bak, artık sizinkileri değil, başkalarını kodese tıkıyorlar.
? Bak, artık sizinkilerin değil, başkalarının kasedi çıkıyor.
¡¡¡
Yani...
Senin mağduriyetin sona erdi, sen zulümden yırttın, sen durumu kurtardın...
O halde şimdi başkalarına yapılan zulümlere karşı ses çıkarmanın tam zamanı.
? Mesela çık de ki: Alevilere yapılan zulüm bitsin artık.
? Mesela çık de ki: Zorunlu din derslerine Aleviler açısından düzenleme getirilsin.
? Mesela çık de ki: Cemevleri ibadethane statüsüne kavuşturulsun.
? Mesela çık de ki: İki slogan attı diye o genç kızı yaka paça dışarı atamazsınız.
? Mesela çık de ki: Sırf parasız eğitim istedi diye üniversite öğrencilerine 15 yıl ceza veremezsiniz.
? Mesela çık de ki: Tutukluluğu cezaya dönüştüremezsiniz.
? Mesela çık de ki: Bir partinin bir ildeki bütün idarecilerini kodese tıkamazsınız.
? Mesela çık de ki: Heybeliada Ruhban Okulu açılsın.
¡¡¡
Eğer sen bütün bunları “Türban için özgürlük istiyorum” cümlesini haykırdığın kadar gür bir seda ile haykırmazsan...
Sanma ki zulüm devam eder.
Sanma ki zulümlere itiraz eden çıkmaz.
Yani...
Mazlumun sana ihtiyacı yok...
Ama senin hem bir ilke insanı olduğunu kanıtlamak, hem de “Sadece kendine Müslümanmışsın be birader” sözünü yememek için buna ihtiyacın var.
Benden hatırlatması...
Yemenin, duanın ve sevmenin semtleri
“EAT, Pray, Love” yani “Ye, Dua Et, Sev” adlı film gösterime girdi...
Filmde...
Hindistan duanın, İtalya yemek yemenin, Bali sevmenin yurdu olarak yansıtılıyormuş.
Bir arkadaşıma “Hadi bunu İstanbul’a uyarla” dedim.
Uyarladı ve şöyle dedi:
“Fatih duanın, Nişantaşı yemek yemenin, Bebek sevmenin semtidir”.
Arkadaşımın çabasını takdirle karşıladım.
Tabii tercihlerinin bana göre olmadığını söylemeyi ihmal etmeden...
Mehmet Barlas’a küçük bir mektup
SAYIN Mehmet Barlas...
Siz aslında ipi pazara çıkmış birisiniz.
Gelene ağam gidene paşam der, her iktidara yanaşırsınız.
İş bilir, malumatfuruş, faydacı, hünersiz, ilkesiz ve feci demodesiniz.
Bu yönlerinizin herkes farkında...
Ama sizi kurtaran bir yanınız vardı: Centilmenliğiniz, medeniliğiniz, kibarlığınız...
Bunlar sayesinde zaaflarınız görmezden geliniyordu.
Bunlar sayesinde pazara çıkan ipinizden pek söz edilmiyordu.
Hatta bunlar sayesinde size iyi kötü saygı bile gösteriliyordu.
Ama şimdi eldeki tek sermayeyi de tüketme noktasındasınız.
Size bir soru sordum diye o meşhur “kibarlık efsanesi”ni tarumar ettiniz.
Bence yazık ettiniz.
Çünkü o “efsane” de yıkılınca, elde sadece sizin pazara çıkmış ipiniz kaldı.
Ama eğer “Ne yapayım kardeşim? Çok sıkıştım... Sonunda elimdeki son sermayeyi de harcamaya karar verdim. Nezaket falan hikâye... Rezilliği ele aldım” falan diyorsanız...
Buyurun, devam edin... Meydan sizin.
Fethullah Gülen, medyasını uyardı
ŞUNLARI merak ediyordum:
? Fethullah Gülen, “cemaat zulmü” olarak algılanan uygulamalara neden ses etmiyor?
? Fethullah Gülen ekranlara çıkan kavgacı cemaatçiler konusunda neden susuyor?
? Fethullah Gülen, kendisine bağlı gazetelerde yapılan itibarsızlaştırma operasyonlarına neden dur demiyor?
? Fethullah Gülen neden artık toleransın, hoşgörünün bayraktarlığını yapmıyor?
¡¡¡
Ve nihayet “Okyanus Ötesi”nden beklediğim ses geldi.
Fethullah Gülen, Zaman yazarı Hüseyin Gülerce aracılığıyla cemaatini tatlı bir dille ikaz etti.
Şöyle dedi:
“Yazarlar, yayın yöneticileri, televizyonda program yapanlar, nazımızın geçtiği arkadaşlar, ses tonlarını yükseltmesinler. Sevgi ruhu harekete geçmeli. Söylenen her şeye laf yetiştirme yerine, dövene elsiz, sövene dilsiz olsak... Üzerimize sopa ile gelene kollarımızı açsak... Açsak da kucaklaşsak...”
¡¡¡
Vallaha muhteşem, vallaha şahane...
Bakalım “Hocaefendi”nin bu nasihatleri cemaatin medyasında nasıl bir aksülamel bulacak?
Daha sakin, daha toleranslı, daha dikkatli, daha vicdanlı bir çizgiye mi geçecekler?
Yoksa olay “Hocaefendi”yi bile aştı mı?
Bekleyip göreceğiz.
Partiye hâkim olamamak iyidir
KEMAL Kılıçdaroğlu partisine hâkim olamıyormuş.
Mesela partililere laf geçiremiyormuş.
Mesela çatlak sesleri bastıramıyormuş.
Mesela her kafadan bir ses çıkmasına engel olamıyormuş.
Bana kalırsa...
Herkese lafın geçirildiği...
Çatlak seslerin bastırıldığı...
Hiçbir kafadan ses çıkmadığı...
“Tek adam/Tek Lider/Tek ses” türü bir partidense...
“Liderinin hâkim olamadığı parti” daha muteberdir.