SADABAT PAKTI

Ahmet TÜRKAN

SADABAT PAKTI

2 Ekim 1935’de imzalanan ve yakın komşularımız ile aramızda oluşturulan fakat daha sonra yürürlükten kalkan bir anlaşmamız vardı. Sadabat paktı idi. Premature doğmuş gelişemeden ölüp gitmişti. Belki de terk edilmişti. Ölmesi beklenmişti. Durum zaten iyi değildi. Aileler de fakirdi. Ortaklar henüz yeni ayrılmış, ayrılığın acılarını tam hissetmemişlerdi. Şimdi işler değişti. Bu gün dünyada fiili bir durum var. AB’nin durumu belli. ABD ise stratejik ortaklığımızı tartışılır hale getirmiş durumdadır. Hal böyle iken kapalı tuttuğumuz çıkış kapımızı açmak lüzumu doğmuştur. Bu gün baş gösteren ekonomik krizin arkasından dünya tekrar 2 kutuplu bir hale dönüşebilir ve Türkiye elindeki potansiyeli değerlendirmekte geç kalabilir. Bu durumda görünen köy için kılavuz aramanın anlamı olmadığı gibi krizden çıkış kapısının da açılması ve aslında yılladır özlemini duyduğumuz Doğu-Batı köprüsü vazifesini kabullenmekten çok sahiplenmek adına gereken hamlenin yapılması zamanıdır. Türkiye bir seçim sürecine girmiştir. Seçim heyecanı dolayısı ile ekonomik krize karşı alınması gereken tedbirler maalesef gecikmektedir. Hükümetimiz seçim çalışmalarını yerel yöneticilere bırakıp ekonomik tedbirler üzerine yoğunlaşmalıdır. Bu tedbirlerden bir tanesi de sıcağı sıcağına Gazze’nin yaralarının sarılması ile beraber kalıcı tedavinin de bir an önce başlatılmasıdır. Bu tedavinin birinci aşaması Ortadoğu’da Türkiye’nin önerliğinde bir çalışma grubunun teşekkül edilerek İslam Birliğinin Proformasının oluşturulmasıdır. ABD ve AB ne der diye vakit kaybetmek bizi oyalamaktan başka bir işe yaramaz. Onların bir çözümü olsa idi bu krize bir çare bulurlardı. Onların da maalesef bu krizde bir çıkış yolları yoktur. Yani B planları henüz işe yaramamaktadır.

Ama bizim var.
Adriyatik’ten Çin Denizine kadar, Kuzey Buz denizinden Hint Okyanusuna kadar bizim etki alanımız içindedir. Biraz gayret, biraz siyasi manevra ile bu hayal olmaktan gerçek duruma dönüşüverir.
Peşimizden gelen olur mu diyebilirseniz. Hele bir yola çıkıp yürümeye başlayalım bakalım. Kimler gelecek, kimler gelmeyecek. Biz emin adımlarla yürümeye başlarsak kesinlikle birileri bu yolda bize eşlik edecektir. Bu yollarda beraber yürüyeceğimiz birileri mutlaka çıkacaktır. Yalnız yürümenin nelere mal olduğunu iyi anlatmamız gerekiyor. Şimdiye kadar başlarının çaresine bakmaya çalışanların çakallara yem olduklarını anlatmamız gerekiyor.

Zor ama olması gereken budur. Türkiye burada öncü rol oynayabilir. Oynamalıdır. Davos’taki kararlı tutum devam ettirilmelidir. Başımız dik bir şekilde önde yürüyüp arkamızdan geleceklere yol açmalıyız. Biz bunu yapabiliriz.

İnsanlık tarihi kadar eski Türki soydaşlarımız. İslamın ruhu kadar eski İslam kardeşliğimiz bu beraberliğe yetmez mi. Buda yetmezse başımıza geleceklerden nasıl ve ne zaman emin olabiliriz. Eğer gemisini kurtaran kaptan deniliyorsa, henüz gemi batmadan sahili selamet rotasına dönmek ve fırtınalardan emin olmak için dümeni kırmamızın vakti gelmiştir.

Zaman ayrılık zamanı değildir.
Zaman husumet zamanı değildir. Zaman yaraların sarılma, hastalıkların tedavi edilme zamanıdır. Ameliyat kaçınılmaz ise kangren olan bölüm kesilebilir. Ama şu anda henüz tedaviye cevap alınabilir durumdadır. Hasta henüz komada değildir. Halsizlik baş göstermiş olabilir ama tedavi tez zamanda sağlanır.

Haydi Türkiye. Dünya bizi bekliyor. 21. Yüzyıl bizim yüzyılımız olacaktır. Bunu derhal değerlendirmeye almalıyız. Global dünyanın yeni lideri olmak hayal değildir. Batının büyüleyici havası bitmiştir. Yeni trend yükselen doğu olacaktır. Uygarlıkların beşiğinin ayağa kalma zamanı bu gündür.
GÖREV BİZİ BEKLİYOR.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.