Sabahaddin Zaim Hoca M. Zahid Kotku Hocaefendi’yi Anlatıyor

Recep KOÇAK

13 Kasım 1980 ‘de ebedi âleme irtihal eden Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi geniş kitleler üzerinde derin izler bırakmış bir mübarektir.

Ülkemizin son 40 yılının yönetiminde söz sahibi olmuş çok sayıda siyaset adamı ve sayısını tahmin bile edemeyeceğimiz kadar ilim adamı, gazeteci, yazar ve sanatçı üzerinde de onun tesirleri uzun yıllar görülecektir.

Yetiştirdiği talebeleri içerisinden çok sayıda üniversite hocası çıkan ve bu yüzden “Hocaların Hocası” ünvanı ile anılan merhum Prof. Dr. Sabahaddin Zaim Hocamız, 13 Kasım vesilesi ile yapılan söyleşilerde Merhum M. Zahid Kotku Hocaefendi ile ilgili hatıralarını anlatırdı.

Şu günler her iki hocamızı da andığımız günlerdir. Zira vefat tarihleri arasında yıl farkı büyük olsa da ay ve gün olarak yakın: 13 Kasım 1980 ve 7 Aralık 2007.

Sabahaddin Hoca’nın hatıraları arasında, Kotku Hocaefendi’nin Almanya seyahati ve Sabahaddin Hoca’nın yıllarca kullanacağı arabasını almasına vesile olan sözleri çok dikkat çekicidir. Sabahaddin Zaim Hoca “araba” ile ilgili hatırasını çeşitli meclislerde, defalarca anlatmıştır.

O hatırayı Zaim Hoca’nın hayatını konu alan “Bir Ömrün Hikâyesi” kitabında da görüyoruz.

Prof. Dr. Sabahaddin Zaim Hoca, Prof. Dr. Sedat Murat, Dr. İsmet Uçma ve Yasin Beyaz’ın editörlüğünde hazırlanan kitabının, son düzetme ve kontrollerini yapıyor ama 808 sayfalık eserin basıldığını göremeden 9 Aralık 2007’de aramızdan ayrılıyor. 1926 yılında Makedonya’nın İştip şehrinde başlayan dünya yolculuğu İstanbul’da sona eriyor.

İşaret Yayınları arasında neşredilen eserin 2008 yılında yayınlanan ikinci baskısını yeni edindim. Dolu dolu bir ömürden bir demet hatıra kayda geçirilmiş ve Hoca’nın sevenlerine armağan edilmiş.

Titizlikle hazırlandığı hemen fark edilen bu eserin hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür ederken, Merhum Sabahaddin Zaim Hoca’nın kaleminden Mehmed Zahid Kotku ile ilgili bir bölümü ve meşhur “araba” hatırasını dikkatlerinize sunuyorum.

Bu vesile ile Kotku Hocaefendi’ye ve Zaim Hoca’ya rahmet diliyor, hepinizin Kurban Bayramını tebrik ediyorum.

ZEYREK

1957'den sonra bir hadise daha vardır ki, onu da anlatmadan geçemeyece­ğim: Ailemizin dinî veçhesini daha önceki sayfalarda arz etmiştim. O günlerde he­nüz İskender Paşa camiinde bir faaliyet yoktu. Dayım rahmetli İbrahim Vardar ile beraber biz de Zeyrek camiine devam ediyorduk. Abdülaziz Bekkine Hazretleri (1895-1952) oranın imamlığını yapmaktaydı. Bu sebeple oraya gider, yapılan vaaz ve konuşmaları dinlerdik. Nurettin Topçu da oraya gelenler arasındaymış. Sabah­lara kadar sual sorar, hocayla devamlı cebelleşirmiş. Bize buhranlarını yatıştıracak başka şahıs bulamadığını söylerdi. Bir gün camiye bizim Şadi Pehlivanoğlu da gelmişti. Nurettin Topçu Hoca, Necip Fazıl Kısakürek'le birlikte Abdülhakim Arvasi Hazretleri'ne bağlıymış. Nurettin Topçu Hoca orada tatmin olamayınca, Zeyrek camiine gelmiş. Allah cümlesine rahmet eylesin.

(…)

 

İSKENDER PAŞA

Bir müddet sonra Abdülaziz Bekkine Hazretleri vefat etti, yerine Bursa'dan Mehmet Zait Kotku Hazretleri geldi. Böylece bu makam Serezli Hacı Hasib Efendi'den (1863-1949) başlayarak, Abdülaziz Bekkine Hazretleri'ne (1895-1952İ ve ondan sonra Mehmet Zahit Kotku Hazretlerine (1897-1980) intikal etmiş oldu. Sonra da mekân olarak Zeyrek'ten İskender Paşa camiine geçildi. Osman Çataklı tarafından camiye bir de meşruta yapıldı. Türkiye'nin çeşitli meseleleri orada ma­saya yatırılır, bu meseleler müdavimler arasında tartışılırdı. İstanbul ve Ankara'nın çeşitli kalburüstü inançlı münevverleri, hocaları ve inanmış iş adamları orada olduğu gibi, üniversite hocaları da oradaydı. Prof. Dr. Nazif Gürdoğan buraya, "Görünmeyen Üniversite" adını vermiştir. Hocaefendi hayatımda beni en fazla etkilemiş olan insandı. Daima güler yüzlü, şefkatli ve hoş sohbetti. Çocuklara karşı son derece müşfik ve mültefitti. Nitekim bir gün oğlum Abdülhalim'i sünnet vesilesiyle oraya götürmüş, çocuk da elini öpmek için Hoca Efendi'nin yanına gitmişti. O sırada cemaatten biri gelenlere şeker ikram ediyordu. Tam Abdülhalim'e şeker vereceği sırada Hocaefendi adamı durdurmuş, yanına kadar giderek çocuğa şekeri bizzat kendisi ikram etmişti. Çocuklara olan alâka ve şefkati bu kadar belir­gindi. Mehmet Zahid Kotku Hazretleri, 1897'de Bursa'da doğmuştur.

Birlikte olduğumuz son haccından 6 Kasım 1980 yılında İstanbul'a döndü. Dönüşünden bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de (5 Muharrem 1401) Perşembe gü­nü öğleye yakın, dualar, Yasinler, tesbih ve tehliller arasında ahirete irtihal eyledi. Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul Süleymaniye camiinde kılın­dı ve Kanuni Sultan Süleyman türbesi arkasında, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstatlarının yanındaki istiratgâhına defnolundu.

(…)

İskender Paşa'da Hocaefendi'den söz açılmışken onunla ilgili bir başka hatı­ramı da okuyucularıma nakletmek isterim. Profesör olmak üzere 1964'te Alman­ya'ya gitmiştim. Ben oradayken Hocaefendi Necmettin Bey'le beraber Almanya'ya geldi. Patent alma görüşmeleri için Hatz Motor Fabrikası'nı ziyaret etmek üzere randevu aldık. Skoda'nın kalitesi iyi olmadığı için bir Alman firması tercih edilmiş­ti. Hatz Motorları dünyaca meşhurdu. Grafing'de oturuyordum. Beraberce ara­bayla Münih'e doğru yola çıktık. İkamet ettiğim yer, Münih'e yakın küçük bir ka­sabaydı. Orada bulunan Grafing kasabasında Almanca öğreniyor ve kendi saham­la ilgili araştırma ve incelemeler yapıyordum. Eşim ve kızım Mehveş de gelmiş, üç ay benimle kaldıktan sonra geri dönmüşlerdi. O günlerde kafamda bir araba alma düşüncesi vardı. Ama o vakit araba almak için permi gerekiyordu. Perminiz, yani dışarıdaki kazancınız araba almaya yetiyorsa, kendi ülkenize arabayı gümrüksüz olarak ithal edebiliyordunuz. Benim de niyetim bir Wolksvagen alıp Türkiye'ye öy­le dönmekti. Yeni terfi ettiğim için gelir durumum buna müsaitti. Hocaefendi ile birlikte arabada seyir halindeyken yanımızdan Mercedes marka bir otomobil geç­ti. Aramızda hiçbir konuşma geçmediği halde, Hocaefendi arabayı görünce birden "Güzel bir araba... İnşaallah sen de böyle bir Mercedescik alırsın" diye temennide bulundu. Gel zaman, git zaman, Wolksvagen'den vazgeçtim, onun yerine bir Mer­cedes almaya karar verdim. Siparişini 1963'te Münih'te verdim, otomobil Stutgart'ta yapıldı. Hatta tavan yalıtımını da Türkiye'nin iklim şartlarını düşünerek yaptılar. 1964'te memleketime dönerken almış olduğum o otomobili de yanımda getirdim. Hocaefendi'nin her vefat yıldönümünde bu hatıramı dile getirir, "Mercedes otomobilimi bana Hocaefendi aldırdı" diye anlatırdım. O otomobil hâlâ durur. Hayatımda aldığım ilk ve tek arabadır. Başka bir araba almadım. Zaten uzun bir süreden beri araba kullanmıyorum.

 

gumuslale@gmail.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.