Çok tanıdık bir cümle vardır:
“Ben onun yerinde olsam var ya…”
Böyle başlayan cümlelerin devamında, o imkân sahibinin yerine geçip de yapılmak istenen özlemler sıralanır:
“O şirketi on günde düze çıkarırdım,
o çalışan elemanları hemen hizaya getirirdim,
Ben başbakan olacaktım var ya, iki karar çıkarır, şu ülkeyi şaha kaldırırdım!..
Yetkiyi bana verecekler var ya, iki tanesini sallandırırım, her şey olur biter..”
Ya da:
“Ayıp değil mi kardeşim ya, hiç öyle mi yapılır? Ben olsaydım var ya neler neler yapardım…” sözleri.
Öyle olur muydu, olmaz mıydı, bilinmez ama siz biraz da sıkıntısı olan, problemli insanların yerine koysanız kendinizi?
Suça itilen, suç işleyen, toplumda dışlanan, şahsi veya sosyal sıkıntılarıyla kıvranan toplumumuzun bazı insanları gibi… aç kalıp hırsızlık yapan bir çocuğun yerinde olsaydınız mesela, n’apardınız?
Suç suçtur kardeşim, sallandıracaksın bir-iki tanesini, bak bir daha oluyor mu böyle vukuatlar?”..mı dersiniz yoksa, işin kolay tarafını seçerek?
Böyle bir tutum, o insanın içinde bulunduğu psikozları anlamaktan çok uzak...
Bir empati uygulasanız. Çocuğun, mevcut şartlarının sizde gerçekleştiğini düşünün. Muhtaç ve zorda kalmış bir insan olarak tavrınız farklı olur muydu?
Bediüzzaman Hazretlerinin ortaya koyduğu bir hakikat vardır. Meseleyi, talebelerinden Vanlı Molla Hamit anlatıyor:
Bir gün caminin hücre kapısını unutarak açık bırakmıştık. Talebe arkadaşların küpte kavurmaları vardı. İçeri giren bir köpek, küpe kafasını sokup kavurmaları yemiş, sonra da kafasını çıkaramayınca küpü kırıp kaçmış.
Talebe arkadaşların canı çok sıkılmıştı. Bir tertiple köpeği tekrar celbedip, sopa ile döveceklerdi. Üstad, vaziyeti öğrenince onları vazgeçirmek istedi.
Molla Resul:
“Seyda, biraz kıymamız vardı. Biz kıyamıyorduk ki yiyelim. Hâlbuki bir köpek gelerek hem kıymayı yemiş, hem de küpü kırmış. Bize zarar verdi. Nasıl biz onu dövmeyelim?” dedi.
Üstad:
“Molla Resul, senden soruyorum, vicdanen söyle, sen aç kalsan, paran da olmasa, bir şey almaya gücün de olmasa, nihayet açık bir yerde bir et bulsan, yer misin, yemez misin? Hâlbuki aklın var, idrak ediyorsun ki bu etin sahibi var.” diye konuştu.
Molla Resul, Üstadın bu konuşması üzerine bir müddet konuşmayarak sustu. Sonra cevaben,
“Evet, yerim Seyda!” dedi.
Üstad, tekrar buyurdu ki:
“Bu hayvandır, aklı yoktur. Haramı, helâli bilmiyor. Hayır ve şerri tanımıyor. Sahibinin kendisini döveceğini de bilmiyor. Elbette açık kapıdan girip, kıymalarınızı yemiş.
Bundan dolayı cezaya müstahak mıdır? Sizden soruyorum, elinizi vicdanınıza koyarak cevap verin.”
Sonra Molla Resul ve arkadaşları, “Köpekte kabahat yoktur”, diye kabul ettiler.
Üstad da:
“Madem öyledir, bu hayvanın gıybetini yapmayın ve helâl edin!” dedi.
(Mütecaviz bir hayvanı, bir köpeği dahi anlamaya çalışmak, onun hakkında kötü söze, gıybete dahi izin vermemek..! Ya bir de kardeşlerimiz, dostlarımız olunca mevzu..?!)
Komşularınızda kavga, gürültü mü var?
Kötü alışkanlıkları, nahoş tavırları mı var?
Aynı psikolojiyi taşıyor olsaydınız, durumunuz nice olurdu?
Burada dikkat;
Bu tahlil ve deneyin neticesini sağlıklı ortaya koyabilmemiz için, şartları tam olarak sağlamanız lazım. Hani, bir deneyde, doğru bir netice elde etmek için bir normal şartlar altında standardı vardır ya; aynı ısı, ışık, ses ve sürtünme oranında… Yani eleştirdiğin, kızdığın insanın yaşadığı ve yaşamakta olduğu bütün meselelere vâkıf olmanız gerekiyor. Bu doneleri toparlarken de aslında kızıp geçtiğimiz çevremizdekileri bütün yönleriyle tanımış ve onun gerçek dünyasına tanık olmuş oluruz.
Başkalarını eleştireceğimize, önce kendimize bakmalı, bir de karşı tarafın içinde bulunduğu hali bilmeliyiz. Sağlam görüş ve kanaatler böyle tesis olur ancak.
Bu hususta farklı kültürlerden benzer tespitler vardır:
Cheyenne Kabilesi'nin şu sözü güzeldir;
"Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun makosenleriyle yürü!"
Sauk Kabilesi de:
"Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi makoseninin içine bak!" demektedir.
…
Şimdi tekrar soruyorum;
Komşularınızda kavga, gürültü mü var?
Dostlarınızın, arkadaşlarınızın kötü alışkanlıkları, nahoş tavırları mı var?
Aynı psikolojiyi taşıyor olsaydınız, durumunuz nice olurdu?
Cevabınızı verdiniz diyelim;
“Ben olsam aynısını yapardım”, “yok, yapmazdım.”
Şimdi sıra, -ister istemez- elde ettiğimiz bilgi dağarcığı ile yüklenmiş olduğumuz bir sorumluluğun gereğinde. Bakın, çevrenizde belli sıkıntılar yaşamış ve halen de yaşamakta olan birileri var. Şimdi asıl soru geliyor:
Şimdi siz onun için ne yapabilirsiniz? Onun meselelerine bu kadar aşina olduktan sonra es mi geçeceksiniz?
İşin kolayını herkes yapıyor;
o insanı, problemlerinden dolayı küçümseyip, eleştirip geçiyorlar. Siz de mi kolayını seçeceksiniz ille de?
Bir büyük hakikat var ama:
“Bir kardeşinin sıkıntısını giderenin Allah da ahrette bir sıkıntısını giderir.”
İnsanlığın En Ahlaklısı’ndan (s.a.s.) sudur olan bu sözü tamamlayan bir başka düsturu:
“İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır.”
Hayırda yarışan, iki el gibi birbirini yıkayan, arındıran ve de tamamlayan bireyler olmamız temennimiz…
Bunun adı ‘empati’; yani kendini başkasının yerine koyabilmek, böylelikle karşındakini daha iyi anlayabilmek. Bunu yapabilenlere ‘empatik’ diyelim.
Böyle insan da pek ‘sempatik’ oluyor be canım! Kim sevmez, seni anlamaya çalışanı, sen lep demeden nohudu bile anlayabileni..?!
Ha bir de ‘dandik’ olanı var… Bütün anlattıklarımızı tersinden okursak, onun adı da dandik olur, ki onun da pek bir matah tarafı yok! Taş – toprak gibi, o kadar çok bulunuyor ki doğal ortamda..!
S-EMPATİK OLABİLMEK
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.