Bu dünyaya gelen hiçbir fani, doğacağı, yaşayacağı, öleceği, zamanı; ömrünü geçireceği mekânı (yani ülkeyi, şehri, kasabayı, mahalleyi) ; annesini, babasını, kardeşlerini akrabalarını, milletini, vatanını, cinsiyetini kendisi seçmemiştir. Biz faniler ne süreceğimiz hayatın muhteviyatından haberdar olarak geldik bu dünyaya, ne de bu dünyada ne kadar kalacağımız, hayatta kimlerle karşılaşacağımız, kimlerle iletişim kuracağımız mevzuunda önceden sipariş verdik Allah’a. (Yalnız bezm-i alemde Rabbimizin, " Elestü bi Rabbiküm" sorusuna, "bela" dedik.) Yani hiçbirimiz Allah’a şöyle bir dilekçe yazmadı:
“ Rabbim! Beni 'X' tarihinde, dünyada var olan devletlerden 'Z' devletinde; o devletin falan şehrinin filan kasabasında veya falan Mahallesinde dünyaya getir. Annem Ayşe, babam Muhammed olsun. Benim cinsiyetim erkek-kadın olsun. Ben ailenin üçüncü çocuğu olayım. Bir ablam, bir ağabeyim, bir kız biri erkek iki küçük kardeşim olsun. Babam yaşadığı şehrin, ülkenin önemli simalarından biri olsun annem de hakeza. Kardeşlerimin hepsi sağlıklı sıhhatli akıllı, çalışkan, dengeli, güzel, yakışıklı, saygın kişiler olsunlar. Ben 'X' mesleğini seçeyim. Ömrümü şöyle şöyle geçireyim. Her yaşımın her günümün her saatimin her dakikamın planını sana gönderiyorum rabbim. Falan tarihte Fatıma ile Mustafa'nın kızları/Oğulları olan “Y” hanımla - “ X” beyle evleneyim. Bu evlilikten akıllı, güzel, yakışıklı, sağlıklı, çalışkan, terbiyeli, zeki… 2 Kızım 2 oğlum olsun. Sonra aynı sıfatları taşıyan birçok torunum olsun. Hem ben, hem çocuklarım, hem torunlarım hiçbir sıkıntıyla, hiçbir zorluk, dert ve hastalıkla karşılaşmasın. Rabbim, beni 80 yıl yaşat. Ömrümün 80. yılının falan ayının, falan gününün, falan saatinde, çok kolay bir şekilde canımı alarak huzuruna al, bana kabir ve cehennem azabı gösterme. Hiçbir azap, hiçbir sorgu süal görmeden direk cennetine girip, bu huzur diyarının en üst makamlarında oba kurayım. Lütfen benim kaderimi benim isteklerim, benim planlarım doğrultusunda yaz! (haşa) .”
ÖLÜMÜN RÖVANŞI YOK
Biz faniler, ne doğacağımız zamanı, mekânı seçtik, ne de hangi milletten, hangi dinden, hangi mezhepten olacağımızın tercihini yaptık. Ne kadar yaşayacağımıza da biz karar vermedik, kardeşlerimizi, annemizi, babamızı, vatanımızı, kültürümüzü de biz seçmedik. Bizi, ezelde, sonsuzluğun (ezelin ve ebedin) sahibi olan, gücüne, kudretine, ilmine, merhametine, gazabına… Sınır olmayan, “Layüsel” olan Allah yarattı. Her şeyi O (cc) planladı, O (cc), bize bir kader çizdi. Biz Müminler buna, “ Külli İrade” diyoruz. Allah’ımız bu külli iradesi ile birlikte/yanında yaratılmışlardan sadece insanlara mahsus olmak üzere Cüz-i İrade/ akletme/ tercih yapabilme hakkını- gücünü verdi. Ve biz insanlara Dedi ki: “Ey insanlar! Sizi aklı, tercih yapma gücü, düşünme yetisi olmayan, taş, toprak, ateş, hava, su, rüzgar... Olarak yaratmadım, sizler ağaç değilsiniz, hayvan değilsiniz… Sizlere diğer mahlûkatımdan farklı olarak akletme- tercih yapabilme gücü verdim. Aklınızı kullanarak, benim size gönderdiğim Kitab’ı (Kuran) okuyarak ve kâinat kitabıma bakarak gerçeği anlayın. Kur’an’da yazdığım emir ve yasaklara uyun. O’nda belirttiğim hikmetlerden hayat düstürları çıkartın. O kitabı(Kuranı) en iyi anlayıp, en iyi yaşayan son elçim Hz. Muhammed’in (sav) söz, fiil ve davranışlarını iyi belleyin. Onları hayatınıza tatbik edin.
Kur’an’ı anlayıp, Elçi'nin sünnetlerine uyarak bu hayatı/ ömrü tamamlarsanız sizi bu dünyadan alıp götüreceğim sonsuz âlemde, gerçek mutluluk ve huzur, sonsuz saadet ve selamet sizi karşılayacak. Aklınızı, iradenizi, tercihinizi bu gerçeklere bakarak kullanın. Adil olun, salihlerle, sadıklarla beraber olun. Benim çizdiğim sınırların dışına taşmayın. Böyle yaparsanız, tertemiz, günahsız, saf olarak gönderdiğim bu geçici dünyadan sizleri alıp cennetime koyarım.
Kullarım! Günahsız, hatasız kul olmaz. Günah işlediğinizde hata yaptığınızda Kitabım olan Kur’an’da yazdığım ve gönderdiğim son elçi Hz Muhammed’in hayatında pratik olarak gösterdiğim gibi tövbe edip pişman olmanız gerekir. Böyle yaptınız mı “hiç günah işlememiş” kanununa tabi olursunuz. Cüzi iradenizi, yani aklınızı, yani tercih etme yetinizi İyi kullanın ve; ‘Ey imanın huzuruna kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O (cc) da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Böylece has kullarımın arasına sen de katıl. Cennetime gir’ Müjdesine nail olun …” ( Fecr 27-30)
Bu gerçekler karşısında bize düşen nedir? Şudur; Hayatımızı bu sonsuz gerçeklere göre yaşamaktır. Hayatı, ömrü, varlığı, yokluğu, ezeli, ebedi, ölümü, ölümden sonrasını... Bu gerçeklerin dışında izah edebilen hiçbir felesefi görüş, hiç bir ideoloji, ve batıl din yoktur. Bu hakikatleri inkar ederek, “ Yok böyle bir şey” deyip inkara saparsak, ateist, deist, şüpheci… olursak sonuç değişmeyecek. Çünkü yüzde yüz değil, yüzde bin değil, yüzde milyon değil, yüzde milyar kere görülmüş ve halen görülmekte olan bir gerçek var ortada, O da “ bu dünyaya gelen herkes ölüyor. Nereden geldiğimiz sorusuna cevap veremeyen görüşler, düşünceler, ölümden sonrası ile ilgili de “toprak olup gideceğiz” saçmalığından başka bir alternatif sunmuyor bizlere.
Ölümden kaçamayacağımıza, "ölümü öldüremeyeceğimize" göre ömrümüzü, ölüm sonrasında var olan sonsuz hayatın (ahiret) gerçeklerine göre yaşamalıyız. Ölümden sonra sonsuz bir ahiret hayatı vardır. Orada insanlar ebedi olarak yaşayacaklar. Bize emanet olarak verilen bu kısa ve emanet ömrümüzü "Bizi sonsuz hayatta Ebedi Cennet veya ebedi Cehennem bekliyor" " gerçeğine göre yaşarsak Allah'ın izni ile "has kulların arasına " katılacağız.
Unutmayalım ki sadece ölümün rövanşı yok ama ebedi bir hayat var önümüzde.