Kutlama, şölen, şenlik, parti, gala, festival, merasim, tören, kutsal sayılan gün…ilk anda aklımıza gelenler bunlar, bizde kullanılan ‘bayram’ kelimesi yerine göre bunların hepsini kapsıyor. Başlangıçta sadece dince kutsal sayılan günler için kullanılan ‘bayram’ kelimesi anlam genişlemesine uğrayarak ‘ulus devletçe kutsal sayılan ve kutsanması istenen günler’ için de kullanılır hale gelmiş, bu nedenle takvimlerde bile ‘Milli Bayramlar’ ve ‘Dini Bayramlar’ diye iki ayrı tanımlama yapılıyor. Ulus devletin ve dolayısıyla ulusun kurtuluşunda önemli gördüğümüz ‘Milli Günler’i tamı tamına ‘bayram’ olarak da adlandırmak mümkün değil. Milli Kutlamalar, iki şeyin bir araya gelmesinden oluşuyor: 1.Resmi Tören, 2.Gayriresmi şölen. Çoğu zaman bu ikisinin birlikteliğinden oluşan ‘merasim’e Milli Bayram diyoruz biz.
Maalesef ki maalesef Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan itibaren halkın tamamının can u gönülden kutladığı bir Cumhuriyet Bayramı ya da başka bir milli bayram yaşanmamıştır, yaşanamamıştır. Bunu açıklamak için çok fazla ‘yakın tarih’ sorgulamasına girmeyeceğim. Geçtiğim günlerde Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla açılan resim sergilerine gittim ve bu sergilerde yer alan 1930’lu yıllara ait kutlama fotoğraflarına baktım. Devrin şartlarına ve yokluklarına göre belli bir düzen ve tertipte yapılan geçit resimlerinin hemen kenarındaki ‘küçük’ meraklı kalabalıklara baktım. Evet, daha çok bunun ne olduğu merak eden kalabalıklar vardı, Ulus Meydanındaki geçit resimlerinde, hipodrumdaki geçit resimlerinde ‘törenleri’, teknolojiyi merak eden kalabalıklar vardı daha çok. Hiç unutmuyorum, biz de hipodromdaki Cumhuriyet Bayramı törenlerine bu merakla giderdik; askerleri, tankları, uçakları merak ettiğimiz için giderdik. İnsan malzemesi olarak merak ettiğimiz tek şey bayramlıklarını giymiş askerler, subaylardı.
Cumhuriyetin ilk yıllarına ait fotoğraflar ve bizzat yaşadığım tecrübelerden hareketle meseleyi şöyle anladığımı söyleyebilirim:
Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu’daki halkın büyük bir bölümünün kurulan devletin idari biçiminin ne olduğu konusunda bilgisi yoktu. Halk, Anadolu’yu istiklale taşıyan kadroya büyük bir güven duyuyordu ve onların yanlış yapmayacağına inanıyordu. Devlet, Cumhuriyet vb bayramları halka kutlattıkça halk, bunun kutlanmaya değer büyüklükte bir şey olduğunu anladı. Tabi önce şehirdekiler anladı, sonra kasabalara kadar gitti Cumhuriyet. Ancak köylerin büyük bir bölümüne ulaşmadı. Çünkü köydekiler Cumhuriyeti kuranlara –kendi inançlarına, değerlerine, alışkanlıklarına, ezberlerine dokundukları için- küsmüşlerdi, şehirlerde bu küskünlüğü yaşayanlar ya İstiklal Mahkemelerinde yargılanmışlar ya da kendilerini köylerine zor atmışlardı.
Elbetteki kurtuluş ve kurtuluşun sonrasında elde edilen bağımsızlık herkes için önemliydi, herkes için değerliydi. Elbetteki Mustafa Kemal başta olmak üzere, Cumhuriyeti kuranların hepsi birer kahramandı. Bu nedenle, Cumhuriyetin ilk yıllarında şehir merkezlerinde yapılan kutlamaların daha iştahlı, daha canlı, daha coşkulu yaşandığı anlaşılabilirdi. Buna rağmen tam olarak içselleştirilmemiş ulus devletin gereği tertip ve düzen içinde yapılan kutlamalar vardı. Yeni bir devletin alışkanlıklarının oturması ve millet tarafından benimsenmesi açısından son derece doğal bir süreçtir bu.
Meselemiz yakın tarih olmadığı için uzatmayalım. Çok partili hayatta da değişen çok fazla bir şey olmadı. Yine devlet eliyle yapılan ve çekidüzen verilen kutlamalar vardı. Tek fark askeri darbe dönemlerinde kutlamaların en üst düzeye çıkması idi. Darbe dönemlerinde, milletin darbecilerden duyduğu korku arttıkça kutlamalardaki coşku da artıyordu. ‘Netekim’ 12 Eylül 1980 sonrası öğrenci olarak içinde bulunduğum bayram kutlamalarında korkuyla birlikte yaşanan coşkuya, defalarca şahit olduğumu söyleyebilirim. İstisnasız tüm öğretmen, öğrenci ve velinin hazır olduğu kutlamalardı, darbe sonrasının milli bayramları. Yönetimde uzun süre kalmayı kendilerine zül kabul edip yeniden çok partili hayata geçilse de darbe yasalarının ağırlığı nedeniyle kutlamalarda devletin asık yüzü, her zaman kendini gösteriyordu.
Şu bayramları içimden gelerek, severek benimseyerek kutlayayım diyen insanlar, bir şekilde devletten, devletin yetkililerinden azarı işitiyorlar, hayır benim istediğim gibi kutlayacak, benim istediğim kadar sevineceksin, ültimatomuyla bir şekilde karşı karşıya geliyorlardı.
Ta ki Özal Dönemine kadar… Devletin sevinciyle milletin sevinci bir ve beraber olsun, düşüncesi ilk defa Özal Döneminde gündeme geldi.
29 Ekim 2012
Facebook Sayfası:
http://www.facebook.com/?sk=welcome#!/ibrahim.konuralp
Not: Yazı yayın günlerimiz Pazartesi ve Perşembedir.