Kim ne derse desin, hangi gündem maddesi ön plana çıkarılırsa çıkarılsın Türkiye'nin derdi hala ekonomik krizdir, işsizliktir, aşsızlıktır, geçim kaygısı çeken insanların evlerine bir çorba parasını götürüp götürememe sıkıntısıdır. Türkiye krizler ülkesi.... Her 10 senede bir özellikle iç politikanın yalpalamasından ve demokrasi dışı saiklerin devreye girmesinden kaynaklanan ekonomik krizlerle boğuşuyoruz. Her kriz, soframızdaki bir ekmeği alıp götürüyor. Her kriz, çorbamızdan bir kaşık alıp götürüyor.
2001 yılında yaşadığımız krizin aşılma eşik noktası, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in önüne yazar kasa fırlatılma hadisesiydi. Derinden ve boğucu bir biçimde devam eden kriz, bu olaydan sonra iyice su yüzüne çıktı. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Bülent Ecevit'in önüne Anayasa kitapçığı fırlattığı olay ise krizin zirve noktası oldu. Aynı gece gecelik faizler bile 7 bin 500 tavanına dayandı. Özellikle dövizle borçlananlar, bir gecede borçlarının ikiye katlanmasıyla borç batağına saplandılar. Esnaflar kepenk kapattı, işadamları işlerini tasfiye etti.
2008 yılında Amerika'dan dalga dalga yayılan Mortgage krizinin ise bizim ülkemizi vurmasının temel nedeni, ekonomi parametrelerimizin yerli yerinde olmamasıdır. 2001 yılında yaşadığımız iç politika endeksli ekonomik krizden sonra, özellikle finansal yapı ve bankacılık sistemi güçlendirildi. O döneme kadar içleri boşaltılan ve kağıttan kaplan niteliğindeki bankalar, gerek finansal enstrümanlar açısından, gerekse finansal kredilendirmeler bağlamında çok güçlü bir yapıya kavuşturuldu.
Oysa, o dönemde beceriksiz Ecevit hükümetinin hemen ardından işbaşına gelen AKP hükümetinin yapması gereken bir iş daha vardı. Bankacılık sisteminin veya finansal sistemin reel sektörle işbirliği sürecinin de daha etkin, daha güvenilir, daha aktif hale getirilmesini sağlayacak çalışmayı sağlamak. Çünkü, hangi tür olursa olsun, piyasaların iki yönü vardır: Reel sektör, finansal sektör.
Türkiye'de son on yıldır finansal sektör güçlendikçe güçlendi, hatta piyasaların sırtından dehşet paralar kazanmaya başladı. Fakat, reel sektör ise özellikle yüzde 95'i KOBİ niteliğindeki işletmelerimiz, kredilendirme, finansal yapılarını düzeltme noktasında hep bir ayakları eksik bırakıldı. Finansal sistem, "Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük" felsefesiyle, istediğini fonladı, istediğine kredi verdi, kredilendirme çalışmalarında "Deveyi hendekten atlatacak" zorlukta istekler ve talepler ortaya koyarak reel sektörün önünü tıkadı.
Finansal sistem, palazlanırken, beslenirken, büyürken reel sektör ise kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bir yapı içine hapsedildi. Geçtiğimiz günlerde gazetelere bir haber düştü.... İşte bu haber, finansal sistemin reel sektörün sırtından nasıl büyüdüğünü, semirdiğini ortaya koyuyordu. Haber şu: "Böyle kâr görülmedi ...Türk bankacılık tarihinin en yüksek 6 aylık kâr rakamı elde edildi! İşte rekor kıran kâr tutarı: İLK yarıda net kârını yüzde 42 artırarak 2 milyar 54 milyon TL'ye çıkaran X Bankası, Türk bankacılık tarihinin en yüksek 6 aylık kâr rakamını açıkladı."
Tabloları doğru okumak zorundayız. Bu tablo, "Rant ekonomisinin" geldiği noktayı ortaya koymaktadır. Rant ekonomisi, üretim ekonomisinin önüne geçtiği sürece o ülkede refah, mutluluk ve hepsinden önemlisi adil paylaşım yok olmuş durumdadır.
Ne diyordu Üstad, "Allah'ın on pulunu bekleyedursun on kul, Bir kişiye tam dokuz dokuz kişiye bir pul,Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa, Yaşasın kefenimin kefili karaborsa"