Ramazan medeniyeti: Vücut, vicdan ve vecd şuuru ve şiiri (1)

xxxx1

Ramazan geldi, hoş geldi: Bize taptaze bir ruh; sarsılmaz bir iman; koordinatları bütün varlıklar âlemine açılan benzersiz bir kardeşlik; nefis ve leziz bir bütünleşme, birleşme iklimi; derûnî bir kulluk, varlık ve hakîkat şuuru ve şiiri getirdi yine.

Ramazan, vücud'un yani varlığın varkılındığı, vicdan'ın tesis edildiği ve vecd hâli'nin bütün varlıklar düzleminde, görünür-görünmez, zâhir-bâtın bütün dalga boylarında yaşandığı eşsiz bir varoluş ve varediş; engin bir hatırlayış ve hatırlatış; sarsıcı, sarıp sarmalayıcı, kuşatıp kucaklayıcı bir şuur ve şiir mevsimidir.

Şuur, söz'ün özü; şiirse, öz'ün sözü'dür çünkü.

İşte Ramazan, İslâm medeniyetinin, aynı ânda hem özünü ve şuurunu, hem de söz'ünü ve şiirini sunar bize: İslâm medeniyeti, tek şuur ve şiir medeniyetidir: Çünkü İslâm, İlâhî Söz'e ve Şuur'a dayanan tek dindir: İlâhî Söz'le ve Şuur'la insanı ve bütün mevcûdâtı buluşturan, İlâhî Söz'ün ve Şuur'un bütün koordinatlarını insanın önüne ve şuuruna açan tek diyalojik medeniyettir.

Aslında İslâm, tek medeniyettir: Diğer uygarlık veya sivilizasyon tecrübeleri, insanı, ya sadece kendi içine kapadıkları, ya da sadece kendi dışına hâkim olmaya kışkırttıkları için, medeniyet olma özelliklerine sahip değildir.

Medeniyet, ancak bütün varlıklara açılabilen, bütün varlıkları ihata edebilen, bütün varlıklar arasında dinamik bir iletişim sistemi, kanalları, koridorları inşa edebilen kozmolojik bir şuur hâli'dir. Eğer bir insanlık tecrübesi, aynı ânda hem Yaratıcı'yı, hem Kâinât'ı, hem de İnsan'ı hayatının çekim alanına alabiliyorsa, medeniyet olabilir ancak. Adına sivilizasyon tecrübeleri dediğimiz pagan tecrübeler insanı, varlığı ve hakîkati sadece fizik dünyaya kapattıkları için, Tanrı, Kâinât ve İnsan'dan oluşan büyük varlık zincirini hem yok saydıkları, hem de parçaladıkları için sadece kaos ve katastrof üretmişlerdir. Antik Yunan'dan Roma'ya, Avrupa'dan Amerika tecrübesine kadar yaşanan pagan uygarlık tecrübelerinin ürettikleri kaotik tarih, bunun apaşikâr bir göstergesidir.

Kadîm medeniyetler ise, Konfüçyan, Taocu, Budist, Hindu ve Şinto örneklerinde gözlendiği gibi, insanı sadece kendi iç dünyasına kapatarak kozmos'u bulmaya yönelttikleri ve dış dünyayı ihmal ettikleri için, donmaktan, antropolojik, ölü kültürlere dönüşmekten, dolayısıyla paganların saldırılarına teslim olmaktan kurtulamamışlardır.

İslâm, bir yandan büyük varlık zincirini eksene aldığı, öte yandan da, büyük varlık zincirini oluşturan “aktör”ler arasındaki iletişimi, irtibatı ve ilişkiyi her zaman muhkem bir şekilde tesis eden bir varlık ve hakîkat tasavvuru sunduğu için, kaosun hayatı, bütün varlıkları ve bütün inanç ve düşünce sistemlerini önce kontrol altına almasını, sonra da yok etmesini önleyecek muazzam bir kozmolojik şuur icat etmeyi başarmıştır.

Medeniyet, büyük varlık zincirinin hem korunduğu, hem de hiyerarşik yapısının hayata ve bütün varlıklara hakkıyla çeki düzen verdiği kozmolojik bir şuurun ve tasavvurun adıdır. İşte bu kozmolojik tasavvura sadece İslâm sahiptir.

Kozmolojik şuura ve tasavvura dayalı bir medeniyet idrakinin merkezinde Yaratıcı vardır: Kâinât ve İnsan, hem Yaratıcı'nın eseridir; hem de Kâinât da, İnsan da, kendi eserlerini her dâim bu kozmolojik şuuru ve tasavvuru harekete ve hayata geçirecek şekilde üretebilme kabiliyetine sahiptirler. İnsan, Yaratıcı'yı tanıdığı ölçüde insanlığa ve bütün varlıklara hayat hakkı tanıyabilecek bir varoluş ve varetme çabası üretir; Yaratıcı'yı tanımayan insan, her şeyi yıkar, yok eder.

Yaratıcı, Kâinât ve İnsan arasında kozmolojik şuur ve tasavvur ekseninde kurulan bu yaratıcı ilişki, İlâhî Söz'ü ve Şuuru her dâim iliklerine kadar hisseder. İşte şiir, bundan sonra devreye girer: İlâhî Söz, hayatta ve insanda İlâhî Şuur'un tesisine imkân tanır. İnsan'ın İlâhî Şuur'u beşerî şuur katına yükseltebilmesi, Peygamberî Şuur vasıtasıyla mümkün olabilir.

İşte şiir, tıpkı Yunus şiiri gibi, tıpkı Fuzûlî şiiri gibi, tıpkı Hâfız şiiri gibi, tıpkı Mevlânâ şiiri gibi, tıpkı İkbal şiiri gibi, tıpkı Sezai Karakoç şiiri gibi, has şiir, hakîkî şiir, çağları bir şimşek gibi delip geçen şiir, gönüllerde taht kuran şiir, ancak İlâhî Şuur'la irtibata geçip de İlâhî Şuur ekseninde bir beşerî şuur inşa edildiği zaman vücut bulur.

Şiirin sadece bir sanat biçimi olarak değil, aynı zamanda, bir varoluş ve hayat idraki olarak varolduğu mevsim, Ramazan medeniyeti mevsimidir ancak. Ramazan medeniyeti, vicdanın ve vecdin en yüksek düzlemlerde tezahür ve tecellî ettiği, öz'ün söz'e, söz'ün öz'e, kısacası şuurun şiire dönüştüğü asil ve esaslı bir şiir mevsimidir.