Kâinat bir kitaptır, okumasını bilene. Çevremizdeki insanların başına gelenler ya bir ibret levhasıdır ya da örnek alınıp çoğaltılması gereken güzellikte birer şaheser tablo.
Yaşadıklarımız içerisinde de üzerinde tefekkür edilip ders çıkarılacak nice uyarı levhaları yahut şükrümüzü artıracak lütuf kareleri mevcuttur.
“Hûş der dem” demiş ehl-i hâl; “her an uyanık ve her dem bilinçli olma; gaflet içinde olmama halini” ihtar için.
Deniz Feneri geçtiğimiz Ramazan’ın ilk günlerinde “Edirne’den Kars’a yetim sofraları açıyoruz” hedefini açıklamıştı. Yıllardır yaşatılan ve artık bir Ramazan klasiği haline gelen “İftarda Buluşuyoruz” projesi çerçevesinde Edirne’de de Kars’ta da yetim ve öksüzlerimizle, dul ve çaresizlerimizle aynı sofrada oturmak nasip oldu şükürler olsun.
Kars son iftar yapılacak il idi, bir gün önce ise Kastamonu’daydık.
Kastamonu’da, İlim Yayma Cemiyeti’nin Öğrenci Yurdu’nda ağırladık misafirlerimizi. İftar sonrası her aileye, onların bir aylık gıda ihtiyacını karşılayacak Gıda Kolileri ve çocukların da bu sevinçten azami pay sahibi olmaları için Çocuk Kolileri verdik. Çocuk kolisinde çocukların sevdiği çikolatadan kitaba, oyuncaktan krakere kadar birçok şey bir araya getirilmişti.
Yemekhane yurdun en üst katındaydı. İftardan sonra akşam namazı için aynı katta bulunan mescide geçtim. Birkaç görevli arkadaşla birlikte akşam namazını kıldık. Geniş mescidin duvarındaki takvim dikkatimi çekti. Albaraka Türk tarafından hazırlanmış 12 yapraklı takvimin her sayfasında nefis bir hat örneği bulunuyordu. Aşağıda bekleyenler var diye aceleyle sadece bir yapraktaki yazının fotoğrafını cep telefonumla çektim. En üstteki sayfayı değil de birkaç sayfa ilerleyip sade ve kolay okunur gördüğüm bir sayfayı çekmiştim. İkinci bir kareyi sayfanın sol alt köşesindeki açıklamayı kayda geçirmek, uygun bir vakitte okumak üzere çektim. Zira sadece baktığım, henüz okumadığım hat örneğinin hangi ayet-i kerime ya da hadis-i şerif olduğu veyahut kimin meşhur kelamı olduğu bilgisine de ihtiyaç duyacaktım, ikinci kare o bilgiyi içeriyordu. Sayfanın sol alt köşesinde de bir not vardı. O da hattat ve tezhip sanatçısının kimler olduğunu haber veriyordu bize. Onu da aceleyle ve okumadan çekip aşağı indim.
Deniz Feneri programında yayınlanmak üzere aile ziyaretleri yaptık. Sonra da İstanbul’a dönüş yolculuğumuz başladı. Evlerimize ulaştığımızda sabah ezanları okunuyordu.
Aynı gün öğleden sonra iftar programı için Kars’a uçtum. Erzurum’da bulunan Doğu Anadolu Bölge Temsilciliğimizin personeli Said ve Ömer Beyler karşıladı beni. İlim Yayma Cemiyeti’nin Öğrenci Yurdu’na gittik. İkindi namazını Evliya Camii’nde kıldık. Namaz öncesi Ebül Hasan Harakânî Hazretlerinin kabrini ziyaret ettim. Namaz sonrası ayaküstü Yavuz Selim Uzgur Hoca’yla selamlaştık.
İftarda bugün de ev sahibimiz İlim Yayma Cemiyeti’ydi. Ailelerimizle birlikte Kars’taki önemli kurumları temsilen güzel misafirlerimiz de bizimleydi sofrada. İftar sonrası yine ailelere gıda paketleri ve çocuk kolileri dağıtıldı. Verilen hediyeler bir nevi “diş kirası”ydı.
Erzurumlu ev sahiplerimizle Kars’tan ayrıldık. Saatler 00.30’u gösterirken Deniz Feneri Doğu Anadolu Temsilciliği bünyesindeki misafirhaneye çekildim. Gece 02.30’da güvenlik görevlimiz geldi, “sahur kahvaltımız hazır” dedi.
Sahur saatinde tesislerimizde güvenlik görevlimizle baş başaydık. Yemekhanede kahvaltımızı yaparken gecenin o saatinde karşılıklı susmak yerine kısa sorular sorarak muhatabımı tanımayı arzu ettim. Böylece hem görevlimizi yakından tanıyacaktım hem de belki güzel bir hikâye yakalamış olacaktım. Çünkü biliyorum ki, her insanın güzel bir hikâyesi vardır. Yeter ki onu anlatacağı vakit gelmiş olsun.
Sorularıma güvenlik görevlimizin adını sorarak başladım. “Şakir” dedi. Erzurum’un hangi ilçesinden, hangi köyünden, kaç yıl önce gelmişlerdi. Babası annesi hayatta mıydı. Kaç kardeş idiler. Babası ne iş yapıyordu? Yedi kardeş olduklarını, babasının inşaat işleriyle meşgul olduğunu öğrendim. Kendisi de aslında inşaatçıymış. Bir komşusu vesilesiyle Deniz Feneri’nde ihtiyaç olduğunu duyunca müracaat edip personel olmuş.
“Kardeşlerin hepsi buralarda mı?” diye sordum. “Bir kardeşimiz İstanbul’da. Diğerleri hepsi Erzurum’da” dedi. Sonra da İstanbul’daki kardeşi anlatmaya başladı; “Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdi. Şimdi O tezhip sanatçısı?” “Sadece tezhip yaparak mı geçiniyor?” dedim. “Meşhur hat ustalarıyla birlikte çalışıyor. Hasan Çelebi, Hüsrev Subaşı gibi Hocalarla.. Geçinebiliyor” diye karşılık verdikten sonra kardeşini anlatmaya devam etti; “Hatta Albaraka Türk’ün takviminde çalışmaları var.”
Yeni soru sormadım. Sol tarafımda masanın üstünde duran cep telefonumu aldım. Resim galerisini açtım. Kastamonu’da çektiğim üç kareden üçüncüyü açıp büyüttüm, hattat ve tezhip sanatçısının adlarını okudum, son sorumu sordum; “Kardeşinizin adı Zakir mi?” “Evet” dedi. Kahvaltı bitmişti. “Afiyet olsun, Allah kabul etsin.”
O gidince hat yazısını dikkatle okumanın ve oradaki mesaja yoğunlaşmanın zamanı geldi dedim kendi kendime. Kastamonu’da çektiğim ilk kareyi açtım, okudum. Sonra da sol alt köşedeki nota baktım.
“Ve (her işinde) ancak Rabbine rağbet et (O’na sarıl ve O’ndan iste).” (İnşirah Suresi, 8. Ayet)
Takvim yaprağında “Ve ila Rabbike fergab” yazılıydı. Ramazan ayı sona ermiş. Erzurum’da son sahura kalkmıştık. Önümüzde yeni bir dönem vardı. Bir meşguliyet bitmiş başka meşguliyetler başlıyordu.
İnşirah Suresi’nin 5, 6 ve 7. ayetlerini de hatırlamanın vaktiydi;
“Muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
Gerçekten (yine) o (geçen) güçlükle beraber bir kolaylık (daha) vardır.
O halde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe/ibadete) koyul.”
recep.kocakk@gmail.com