Selçuk Üniversitesi’nde öğrenci olduğum dönemden tanıştığım Ziya Suluyer arkadaşım, birkaç yıl Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı yapmıştı. Bu görevde olduğu dönemde, 2017 yılı Mayıs ayının ilk haftasında Ziya Suluyer hocam beni arayarak: “Salim Hocam Şanlıurfa Valiliği ‘Birlikte Kardeşliğe’ adlı bir proje başlattı. Proje kapsamında on dört ilden birer okulu iki gün boyunca Şanlıurfa’da ağırlayacağız. Şanlıurfa’nın tanıtımını yapacağız. Belirlenen okullar sadece yol parasını karşılayacaklar. Diğer bütün harcamaları Valiliğimiz karşılayacaktır. Düşünürseniz siz de başvuru yapabilirsiniz” dedi.
O yıl Ortaca İmam Hatip lisesinde görev yapıyordum. Okul idaresiyle konuşarak biz de başvurduk. Katılımcı okullar arasında biz de kabul edildik. Bu vesile ile Şanlıurfa Valiliği'nin katkıları ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü organizasyonuyla düzenlenen ‘' Birlikte Kardeşliğe'' proje kapsamında Ortaca İmam Hatip Lisesi olarak 2 günlük Şanlıurfa gezisi için heyecanlı bir şekilde hazırlıklara başladık.
Karşılıklı telefon konuşmalarıyla gezi tarihi belli oldu. Altı öğretmen ve kırk öğrencinin katılacağı gezi için gerekli evraklar tamamlandı. Başta bu projeyi başlatan Şanlıurfa il MEM yetkilileri ve bizimle ilgilenecek personele, gezi süresince konaklamayı planladığımız diğer kurumlardaki meslektaşlarımıza ve bize hizmet eden personele verilmek üzere Muğla’ya ait özel hediyeler temin edildi. Yol boyunca uğrayacağımız şehirler ile ilgili plan yaptık.
Geziye katılacak öğrencilerin seçiminde de eğitimciler olarak bazı kriterleri göz önünde bulundurduk. Geziye kabul edilen öğrencilerde bir heyecan bir heyecan sormayın. İlk defa Türkiye’nin batısından doğusuna bir gezi yapacak olmanın haklı heyecan ve merakı var. Her birinin aklında deli sorular var. Zihinlerinde olumsuz bir “Güney Doğu” algısı, diğer yandan bize duydukları bir güven var. Velilerde de aynı tedirginlik ve bir yandan da güven duygusuyla karışık sorular… Elimden geldiği, dilimin döndüğü, gücümün yettiği kadar sorularına cevap veriyor, heyecan ve meraklarını yatıştırmaya çalışıyorum.
Diyarbakır’da uzun yıllar çalıştığım bölgenin iklimi, coğrafi ve sosyolojik yapısını kısmen bildiğim için, öğrencilere her fırsatta bilgiler veriyorum. Gezi boyunca hava durumunu dikkate alarak yanlarında bulundurmaları gereken kılık kıyafetler hakkında da bilgiler veriyorum.
Gezi için ilk irtibatı kurmam ve Ziya Hocam ile tanışıyor olmam dolayısı ile otomatik olarak “gezi sorumlusu” olarak görevlendirildim. İşim iki kat daha zor. Bu kadar kişinin her türlü beklentisini gidermek kolay bir şey değil elbet. Yola çıkmadan önce gerekli irtibatları sağladım. Sabah kahvaltısında Konya’da olmak üzere Akşam Ortaca ilçesinden yola çıktık.
Konya Milli müdür yardımcısı Mahmut Özcan hocamın girişimiyle bir özel okulda sabah kahvaltısı yaptık. Kahvaltı sonrası Mevlana Müzesini ziyaret ettik. Bu arada öğrenciler biraz yürümüş oldu ve saatlerdir otobüste oturmanın verdiği sıkıcılıktan bir nebze olmuş kurtulmuş oldular. Yorgunlukları gözlerinden okunuyor ama yapılacak fazla bir şey yok. Yolda defalarca “çocuklar önümüzde uzun bir yol var, gündüzleri gezeceğiniz yerler var, şimdi yatın, uyuyun.” desek de pek çoğu için ailelerinden ayrı ilk defa böyle bir geziye katılıyor olmanın sevinç ve heyecanı ile uyumak ne mümkün? Eğitimci olup, okul gezilerine katılanlarınız bilirler. Yolda öğrenciler arasındaki şakalar, gırgır ve şamataları burada yazmaya kalksak bu yazının sonunun gelmeyeceğini bilirsiniz. Neyse, fazla uzatmayalım.
Mevlana Müzesi’ni gezdikten sonra Adana’ya doğru yola çıktık. Konya’dan ayrıldıktan beş saat sonra Adana’ya vardık. Daha önce irtibat kurduğumuz Veyis Şahin Bey vasıtasıyla Adana İmam Hatip Lisesi yurduna geldik, burada öğle yemeği yedik. Seyhan Nehrinin yanındaki “Ortadoğu’nun en büyük camisi” olarak bilinen Sabancı camiinde namaz kıldık. Etrafı gezdik. Cami önünde toplu hatıra fotoğrafı çektirdik
Sabancı Merkez Camii, Sabancı Ailesinin de katkılarıyla yaptırılmıştır. Seyhan Nehri kenarında etrafının yeşilliği, modern içi mimarisi ve sosyal tesisleri ile gerçekten harika bir cami. Bu bölgeye yolu düşenlere görmelerini tavsiye ediyorum. Adana’da tarihi pek çok yapının olduğunu biliyorum ama hedefimiz bir an önce Şanlıurfa’ya varmak olduğu için başka bir yere odaklanmıyor ve hemen yolumuza devam ediyoruz.
Nihayet on altı saatlik uzun ama öğrencilerin zamana uyumu, birbirleriyle şakalaşmaları, ortamı sıkıcı olmaktan kurtardıkları için fazla yorucu olmayan yolculuktan sonra akşam konaklayacağımız Şanlıurfa öğretmenevine geldik.
Bizi Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Ziya Suluyer hocam karşıladı. Akşam yemeği sonrası bu kadar saatin yorgunluğu ile herkes odasına dinlenmeye giderken biz üç öğretmen Ziya Suluyer hocam ile bir yandan çay içerken öbür yandan koyu bir muhabbete başladık
Ziya hocam ile üniversite yıllarından tanıştığımızı söylemiştim. Bir ara aynı evde kaldığımızı da şimdi söylemiş oluyorum. Ziya hocam sevecen, nazik ve kibar olmanın yanında iyi bir aşçı olarak biliniyor. Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okurken ben de Sosyoloji bölümüne devam ediyordum. Üniversite yıllarında da ben organizasyon ve gezi işleri yapıyordum. Bu gezilerin yemek işlerini Ziya hocam organize ediyordu ve harika işler yapıyordu. Aynı evde kaldığımızdan dolayı çok iyi yemek yaptığını biliyorum. Ziya Hocamın elinden leziz yemekleri ve tatlıları çok yedik. Bu vesileyle kendisine geçmişte yaptığı hizmetlerden dolayı tekrar teşekkür ederim.
Ertesi gün Proje kapsamında TES-İŞ Anadolu Lisesi öğrencilerinin ev sahipliğinde Şanlıurfa'nın tarihi mekânlarını ziyaret edeceğiz.
Projenin temel hedeflerinden biri de farklı bölgelerdeki öğrencilerin bir birileri ile tanışması ve “Kültür Etkileşimi”nin sağlanması, aralarında bir “Gönül Köprüsü”nün kurulmasıydı. Önce İbrahim Halilullah camiine geldik.
Hz. İbrahim Peygamberin doğduğu rivayet edilen mağaranın önünde rehberimiz grubumuzu kısaca Hz. İbrahim peygamberin hayatı ve mücadelesi hakkında bilgilendirdi.
Hazreti İbrahim (A.S.)
Allah’ın dostu sıfatına sahip olan Hz. İbrahim (a.s.) Kuran’da ismi en çok geçen peygamberlerden biridir. Hazreti İbrahim (a.s.) Allah’ın dostu anlamına gelen Halilullah kelimesi ile anılmaktadır. Hazreti İbrahim aynı zamanda Kâbe’yi de ilk inşa eden peygamberdir.
Babil’in doğusu ve Dicle ile Fırat nehirlerinin arasında kalan bir bölgede Hazreti İbrahim (a.s.) dünyaya gelmiştir. Bu konuda farklı görüşler vardır. Birinci görüş Şanlıurfa’da doğduğu, ikinci görüş Irak’ın kuzeyindeki Ur şehrinde doğdu yönündedir Hazreti İbrahim (a.s.)’ın babasının adının Taruh (Azer) olduğu bilinmektedir. Hz. İbrahim Peygamberlerin Babası olarak anılır
Kitaplarda Hz. İbrahim’in orta boylu, ela gözlü, güzel ve güler yüzlü, açık alınlı, ayak izlerine varıncaya kadar şekil ve şemailce Hz. Muhammed’e (s.a.v) en çok benzeyen insan olduğu nakledilir.
Hanımları, Hz. İsmail’in (a.s.) annesi Hacer, Hz. İshak’ın (a.s.) annesi Sare validemizdir. Oğulları Hz. İsmail’in (a.s.) soyundan Peygamber Efendimiz; Hz. İshak’ın (a.s.) soyundan da Benî İsraîl peygamberleri geldi.
Hz. İbrahim’in mücadelesine gelince; zamanın hükümdarı Nemrut’un gördüğü rüya üzerine o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesi emrini verdi. Bunun üzerine Hz. İbrahim’in annesi onu İbrahim Halil Camii yakınındaki mağarada dünyaya getirdi.
Hz. İbrahim gençliğinde Nemrut ve onun halkının taptığı putlarla mücadele etmeye başladı. Allah’ın tek tapınılacak varlık olduğunu ve putların konuşma, yeme içme özelliklerinin olmadığını söyledi. Hükümdar Nemrut’u Allah’ın dinine davet etti. Bu daveti kabul etmeyen Nemrut tarafından ateşe atıldı. O daha ateşin içine düşmeden Allâh Teâlâ, ateşe emretti: “…Ey ateş! İbrâhîm’e serin ve selâmet ol!” (el-Enbiyâ, 69)
Bu emirle birlikte İbrahim(a.s.) düştüğü yer bir anda gülistâna döndü. Orada tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı. Bu olayı gören insanlar Allah’a iman etti.
Hz. İbrahim yaşanan bu olaylardan sonra iman edenlerin rahat ibadet etmeleri için birlikte Urfa’nın güneyinde bir kasaba olan Harran’a hicret etti.
Geride kalan Nemrut ve putperest halkı toz halinde sivrisinek sürüsü ile helak oldular. Nemrut ise insanlığa ibret olacak bir şekilde bir sineğin beynine girmesi ile helak oldu.
Hz. İbrahim(a.s) hakkında bilgilendirme sonrası önce İbrahim peygamberin doğduğu mağaraya gittik. Aynı anda ancak iki kişinin geçeceği dar ve uzun bir yolun sonunda suyun çıktığı yere geldik. Şifa niyetine su içiyor ve dua ediyoruz. Sırayla bütün kafile mağaraya girip çıkıyor.
Balıklıgöl
Rehberimiz Balıklıgöl tarihi hakkında gezi grubunu bilgilendirdi. Hz. İbrahim ateşe atıldıktan sonra, bir mucize gerçekleşir ve Ateş yığınları suya dönüşür. Etraf güllük gülistanlık olur. Bu mucizenin gerçekleştiği mekan Balıklıgöl ve çevresidir.
Hz İbrahim ateşe atıldıktan sonra, Nemrut'un kızı Zeliha da Hz. İbrahim'i çok sevdiğinden ve ona inandığından ateşe atılmasına dayanamaz, o da kendisini ateşe atar. Zeliha'nın düştüğü yer de bir göle dönüşür.
Balıklıgöl 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğindedir. Derinliği 4-5 metre civarındadır. Balıkgölün içinde sazan türü balıklar bulunmaktadır. Şanlıurfa Halkı ve turistler balıkların kutsal olduğuna inandığı için onları küçük kase içinde yem ile besler. Bizde modaya uyduk ve satıcılardan aldığımız yemleri balıklara atarak beslenmesini sağladık. Balıklar yem nereye atılırsa oraya toplanıyor ve unutulmaz görüntüler oluşuyor. Bizde unutulmaz Şanlıurfa hatırası olsun diye bir araya toplanan balıkların fotoğrafını çekiyoruz.
Rehberimiz sağ olsun dilinin döndüğü kadar Hz. İbrahim’i gençlere tanıttı. Bizim grubumuz İmam Hatip Lisesi öğrencisi olduğu için mevzuyu kısmen zaten biliyorlardı ama anlatılan yerleri görmek pekiştirici bir etki sağlamış oldu. Hz. İbrahim vakası yüce kitabımızda “bizler ders alalım” diye anlatılıyor. Yoksa Milli Şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi:
“İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin, Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”
Hz. İbrahim’in hayatında hepimizin ibret alacağı pek çok dersin olduğunu hatırlatıp, izninizle gezimizin kalan kısmını anlatmaya devam ediyorum.
Balıklıgöl sonrası 150 metre yüksekliğindeki kaleye çıkıyoruz. Burası Hz. İbrahim’i ateşe atmak için mancınığın kurulduğu tepe. Tepede mancınığın iki ayağı olduğu rivayet edilen iki sütun halen dimdik duruyor.
Gezi grubu öğrencilerden oluştuğu için kaleye çıkmada sorun yaşanmadı. Rehberimiz Şanlıurfa ve kalenin tarihi ile ilgili grubumuzu bilgilendirdi. Kaleden şehre ve Mayıs ayında olduğumuz için yemyeşil gözüken uçsuz bucaksız Harran ovasına baktık. Kalenin önemine binaen şehir arkamızda olacak şekilde toplu fotoğraf çekimi yapıldı.
Öğleyin Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Sosyal Tesislerinde yemek verildi. Yemeğe Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdürü Şerafettin Turan, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Ziya Suluyer, TES İŞ Anadolu Lisesi Okul Müdürü Rıza Yıldızbakan ile Muğla/Ortaca'dan gelen biz öğretmen ve öğrenciler katıldık
Yemekte misafir öğretmen ve öğrencilerle yakından ilgilenen İl Milli Eğitim Müdürü Şerafettin Turan yaptığı konuşmada şunları söyledi;
"Şanlıurfa Valimiz Güngör Azim Tuna'nın destekleriyle bu projeyi hayata geçirmedeki gayemiz Şanlıurfa'nın dışarıdan görünen yüzüyle değil ülke insanlarımızın, öğrencilerimizin buraları yakından görüp oluşan ön yargıyı yıkıp bir bütün olarak tüm bölge insanlarımıza kardeşlik duygularını aşılamaktır. Bu güne dek yapılan programlarda bunda başarılı olunduğunu gelmeden önce ve geldikten sonraki düşüncelerin değiştiğini görmekten mutlu olduk. Umarım bu kardeşlik tohumları büyür ve tüm ülkemiz insanlarında ilelebet yaşar."
Yıllardır MEB’de öğretmen olarak görev yapıyorum. MEB’in değişik kademelerinde görev yapan pek çok idareci ile karşılaştım ve bir kısmı ile yakinen tanıştım. Şerafettin Turan Bey gerçekten her yönüyle insana güven veren, pozitif enerjisi yüzünden okunan bir bürokrat olarak zihnimde yer etti. Siz bu yazıyı okuduğunuzda kendisi TC Kosova Eğitim Müşaviri olarak güzel hizmetlere devam ediyor.
Konuşmalardan sonra karşılıklı hediyeler verildi. TRT de yayınlanmak üzere Anadolu ajansı konuklarla röportaj yaptı. Böylece Şanlıurfa'nın tanıtımına ve oluşan ön yargılara son vermede önemli bir adım atılmış oldu.
Öğleden sonra Kardeş okul TES İŞ Anadolu Lisesine gidilerek okul bahçesinde fidan dikimi gerçekleşti. Hatıra ormanı oluşturuldu. Biz okulun öğretmenleriyle tanışırken öğrencilerde karşılıklı olarak muhabbete daldı. Kısaca herkes birbirini tanımaya çalışıyor. Çaylar ve kahveler içildi derken zaman hızla akıp gidiyor.
Yazımızın bu kısmında Şanlıurfa’nın çay kültüründen de bahsetmek yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Biliyorsunuz bölgede çay tüketimi diğer bölgelere göre biraz daha yoğun ve genellikle diğer bölgelere göre daha demli içilir. Ayrıca genel olarak “kaçak çay, Seylan çayı” tüketilir. Bu çaya alışık olmayanlar içmekte zorlanırlar.
Sağ olsun ev sahibi idarecilerimiz bu ince detayı düşünerek bize “damak tadımıza” uygun çaylar ikram ettiler Bugün programda önce ziyaret edeceğimiz Hz. Eyüp peygamberin çile çektiği mağara ve ardından tarihi Harran ilçesine gideceğiz.
Hz. Eyyüb Makamı
Mağaranın önünde rehberimiz grubu bilgilendirdi. Peygamberler şehri olarak bilinen Şanlıurfa’da yaşayan bir başka peygamberin de Hz. Eyüp (AS) olduğunu söyledi. Hz. Eyüb, gönderildiği kavmin başına peygamber olarak geçince bir sınava tabii tutulmuş ve fakirlik, keder ve hastalıkla sınanmış.
Buna rağmen şükretmekten vazgeçmeyen Hz. Eyyüb peygamberin mağarada sırtını yasladığı taş, sabır makamı olarak anılmıştır. Bize düşen de bu değil midir? Rivayetlere göre Yunus Emre’ye ait olduğu söylenen ilahinin bir kısmında da dile getirildiği gibi:
“Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lutfun da hoş.”
İnançlı insanlar olarak bizlerin, her türlü imtihana hazır olmamız her durumda yüce yaratıcıyı unutmamamız ve sabır ve şükür makamını asla terk etmememiz gerekiyor. Günümüzde üzülerek görüyoruz ki en ufak bir sıkıntıda insanlar çok ağır sitemlerde bulunmaktadır.
Yine bu mağarada mükâfatlandırılan Hz. Eyyüb, sabrının 10. senesinde ayağını vurduğu yerden çıkan suyla şifa bulmuştur. Ziyaretçiler, Hz Eyyüb’ün hastalığı süresince kaldığı çile mağarası ile hastalığı, manevi olarak büyük haz aldıklarını, ziyaret esnasında tedavi olduğu belirtilen su kuyusu ve Eyyüb peygamberin sırtını dayadığı sabır taşını da görme imkânı buluyor. Kutsal yerleri görüp, şifalı sudan içen insanlar, Allah’tan kendilerine Eyüp Peygamber’in sabrından vermesi için dua ediyor. Öğrencilerimiz de Hz. Eyyüp Makamına hayran kaldıklarını ve çok etkilendiklerini söylediler.
İki gündür gezdiğimiz ve peygamberlerin hayatlarıyla da yakından ilgili olan mekânlarda gördüğümüz ve üzüldüğümüz “batıl inançlara” da kısaca bir bahis açmak gerektiğini de belirtmeliyim. İnsanlarımızın “sahih kaynak”tan dinimizi öğrenmesi gerekiyor. Pek çok insanın “saf” duygularla batıl inançların peşinde olduğuna şahit olmak bizi üzüyor.
Harran
Hz. Eyyüb peygamberin çile çektiği mağara ziyareti sonrası dünyanın en eski şehirlerinden biri olan tarihi Harran kentine doğru yola koyulduk. Yaklaşık otuz dakika sonra Harran antik kentine geldik. Önce rehberimiz tarihi açıdan Harran şehrinin önemini anlattı.
Tevrat"ta da "Haran" olarak geçen yerin burası olduğu söylenir. İslâm tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamber"in torunlarından Kaynan"a veya İbrahim Peygamber"in kardeşi "Aran"a (Haran) bağlarlar. XIII. yüzyıl tarihçilerinden İbn-i Şeddat, Hz. İbrahim"in Filistine gitmeden önce bu şehirde oturduğunu, bu nedenle Harran"a Hz. İbrahim"in şehri de denildiğini, Harran’da İbrahim Peygamber’in evinin, adını taşıyan bir mescidin ve otururken yaslandığı bir taşın var olduğunu yazmaktadır.
Harran, Kuzey Mezopotamya"dan gelerek batı ve kuzey batıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Harran, Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Assurlu tüccarların önemli uğrak yerlerinden biri idi. Anadolu"dan Mezopotamya"ya, Mezopotamya"dan Anadolu"ya olan ticaret akışının binlerce yıl Harran üzerinden yapılmış olması bu tarihi kentte zengin bir kültürün oluşmasına neden olmuştur
Emevi hükümdârlarından II. Mervan 744 yılında Harran şehrini Emevi Devleti"nin başkenti yapmıştır. Emevilerin Asya bölümü 750 yılında Abbâsilere yenilerek Harran şehrinde sona ermiştir. Abbâsi halifesi Harun Reşit zamanında "Harran Üniversitesi" kurulmuştur.
Tarihi Harran Üniversitesi’nin kalıntılarını görmek mümkündür. Bu arada dünyada kurulan ilk üniversitenin “Harran Üniversitesi” olduğu kaynaklarda yer almaktadır.
Harran Evleri, koni biçimdeki kubbeleriyle Şanlıurfa’nın birer simgesi haline gelmiştir. Kimisinin kerpiçten kimisinin de tuğladan yapıldığı bu evler, Şanlıurfa’nın hava şartlarında rahat edebilmek adına yapılmıştır. Çünkü çok sıcak havalarda içi serin olan bu evler, soğuk havayı da geçirmeyerek kışın sıcak bir ortam sağlıyor. Günümüzde Harran tipik evleri, höyügü, kalesi, şehir surları ve çeşitli mimari kalıntıları ile ziyaretçilerin büyük ilgisini çekmektedir.
Harran dönüşü Balıklıgöl civarında bulunan bir restoranda Şanlıurfa yemeklerinin ağırlıkta olduğu akşam yemeğini yedik. Yemek sonrası bizim için organize edilen ve “Sıra Gecesi” adı ile bilinen yörenin kültürünü aktarmada önemli bir yeri olan programa katıldık. Öğretmen arkadaşlarımız ve öğrenciler hayatlarında ilk defa canlı olarak “Sıra Gecesi”ne katıldılar. “Sıra Gecesi” eğlenme amaçlı bir programdan daha ziyade kültür aktarma fonksiyonu ön planda olan programdır. Bu tür programlar olmasa bölgenin müzik kültürü yeni nesle nasıl aktarılabilir değil mi? Programa katılan öğrenci ve öğretmenlerimiz yöresel müzik eşliğinde halaylar çektiler, oynadılar. Bugün gerçekten unutulmaz güzel bir gündü.
Bu gün harika gezimizin 2. ve son günü. Günün sonunda yolculuk var. Kahvaltı sonrası valizlerimizi otobüse yerleştirdik. İçimizde bir hüzün var. Önce Şanlıurfa Tarih müzesini ardından Mozaik müzesini ziyaret edeceğiz.
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi
Bu geziyi yaptığımız dönemde “Göbekli Tepe” kazıları devam ettiği için, bu günkü gibi bilinmiyordu. Ama rehberlerimiz bize müzede verdikleri bilgide “Bu bölge insanlık tarihi açısından çok önemli bir bölge. Bölgenin değişik yerlerinde değişik dönemlerde yapılan kazılarda elde edilen bulgular müzemizde sergilenmektedir.
Aynı zamanda bölgemizde insanlık tarihine ışık tutacağına inandığımız kazılar devam etmektedir” demişlerdi. Gerçekten bu gün bölge için “insanlık tarihinin başladığı yer” denilse yanlış olmaz diye düşünüyorum. Asur, Hitit, Babil dönemlerine ait eserlerin birçoğu Harran’da yapılan arkeolojik kazılar sırasında çıkarılmıştır. Bölgede bulunan höyüklerden çıkarılan çeşitli kültür varlıkları da Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi’nde sergileniyor.
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'nde 14 adet ana sergi salonu ve 33 adet canlandırma alanı var. Arkeopark alanındaysa kronolojik sıralanmış, döneminin mimari özelliklerini yansıtan yapı örnekleri ve deneysel arkeolojik çalışmalara uygun kazı eğitim alanı bulunuyor. Sergi salonlarında kronolojik olarak önce Paleolitik Döneme ait yüzey buluntuları ve canlandırmalar vardır.
Neolitik Döneme tarihlenen insan boyutlarında yapılmış kuşkusuz uygarlık tarihinin bilinen en eski gerçek heykeli "Balıklıgöl Adamı”, Göbeklitepe kazı buluntuları ve canlandırmaları, Nevali Çori Tapınağı, Kalkolitik, Tunç, Demir, Helenistik, Roma, Bizans ve Islami dönemlere ait en önemli eserler sergileniyor. Müzede çakmak taşından kesici aletler, deliciler, taş idoller, kaplar, pişmiş topraktan boyalı ve boyasız geometrik desenli seramikler, mühürler, ölü gömme küpleri (pithos), fayanstan yapılmış kolye taneleri; pişmiş topraktan mühür baskılı küp parçaları, silindir ve damga mühürler, figürlü kap parçaları, hayvan figürleri, madeni eşyalar, takılar ve heykeller görülebilir. Yaklaşık üç saat sürmesi beklenen müze ziyaretini öğrencilerimizin tarihe olan ilgisizliği yüzünden büyük bir hızla kırk beş dakikada tamamladık.
Genel olarak insanımızın, özelde de gençlerimizin tarihe ve tarihi eserlere olan ilgisizliği üzerine düşünmek gerekiyor. Devletimiz; bizler gezelim, görelim diye ülkemizin pek çok yerinde kazılar, restorasyonlar yapıyor ama insanımızın, özellikle gençlerimizin ilgisi istenilen düzeyde değil maalesef.
Mozaik Müzesi
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'yle aynı bahçede bulunan, ancak farklı bir binada yer alan "Şanlıurfa Haleplibahçe Mozaik Müzesi”ni ziyaret ettik. Haleplibahçe kazı alanında, taban mozaiklerin bulunduğu yerde (in situ olarak, yani yerinde koruma) inşa edilen Mozaik Müzesi, son derece etkileyici ve iyi korunmuş mozaik örnekleri sunuyor. Savaşçı Amazon kadınlarını dünyada ilk kez bir mozaiğe resmeden parça da özel bir ilgiyi hak ediyor.
Meraklısına not: Şanlıurfa'ya gelen ziyaretçiler Balıklıgöl yakınında bulunan bu müzeleri mutlaka ziyaret etmelidir.
Son olarak gezi grubumuzun en çok hoşlandığı hediyelik eşyalar için Şanlıurfa kapalı çarsısında alışveriş yaptık. Şanlıurfa’da “hediyelik alışveriş” konusunda bol seçeneğiniz var. Yöresel yiyeceklerden ve kıyafetlerden oluşan zengin alternatifler sizi bekliyor. Her bütçeye uygun değişik hediyelikler almak mümkün. Kimi öğrenciler yöresel kıyafet olan “poşi” alırken, kimileri yöresel yiyeceklerden aldı. Kimileri de diğer hatıra eşyalardan aldılar. Son fotoğraflar çekildi.
Öğle yemeğinden sonra bizi hiçbir zaman yalnız bırakmayan Şanlıurfa Milli Eğitim Md. Yrd. Ziya Suluyer hocamıza teşekkür ederek vedalaştık. Harika bir geziyi bitirmenin hüznü, evimize dönecek olmanın sevinci ile otobüsümüze bindik. Üniversite yıllarında başlayan dostluğumuz bizi Şanlıurfa’da tekrar buluşturdu. Ziya hocam her şey için teşekkür ederiz.
Dönüş yolunda Öğrenciler ve öğretmenler ile Şanlıurfa gezisini değerlendirdik. Güneydoğu hakkındaki bilgilerimizin değiştiğini, kardeşlik duygularının pekiştiğini söylediler.
Bütün öğrenciler hayatlarında ilk defa geldikleri Şanlıurfa ziyaretinin çok faydalı olduğunu söylediler. Yine böyle ücretsiz geziler olduğunda mutlaka katılırız fikrine oy birliği ile karar verdiler.
İrtibat ve her türlü görüşleriniz için: salimfethiye@hotmail.com