Minibüsü mayınla patlatıp aralarında bebelerin de olduğu insanların öldürülmesi olayı benzerlerinin, 'PKK eylemi süsü' verilerek yapıldığını da çok gördük, 'PKK'ya ait olmadığı iddia edilecek biçimde yapılmış bir PKK eylemi' olarak da...
PKK'lı son 25 yılımız hep bu tür eylemlere tanıklık ederek geçti. O sebeple de, BDP'nin "Bu bir PKK eylemi değil, Ergenekon işi" açıklaması da, onun dışındaki bütün kaynakların "PKK yaptı" demesi de şaşırtıcı değil.
Öyle de olabilir, böyle de...
Türkiye Ramazan ayının büyük bölümünü, PKK örgütünün 'eylemsizlik kararı' sayesinde, kanlı olaylardan uzak geçirdi. 'Eylemsizlik kararı', sürecin halkoylamasını da içine alacak biçimde 20 Eylül'e kadar sürmesini öngörüyordu. Erken patlayan 'PKK mayını' BDP'nin derhal devreye girip "Bu bir Ergenekon eylemi" demesini makul kılıyor. PKK sürecin bitmesine üç gün kala neden böyle bir eylem yapsın ki?
Ancak, daha önceki 'eylemsizlik' veya 'ateşkes' dönemlerini kana bulayan başka eylemlerden de biliyoruz, PKK içinde -veya PKK ile irtibatlı gruplar içinde- eli sürekli tetikte, vurmaya, kırmaya, yıkmaya alışmış ve silâhların sustuğu her ortamı berhava etmeye hazır bekleyenler var. Bingöl'de 33 erin şehadetine yol açan olayı (24 Mayıs 1993) unutmuş değiliz. PKK'nın sahiplenmeye çekindiği, ancak 'PKK adına hareket edenler' tarafından icra edilmiş başka eylemler de yapıldı şu yakınlarda...
Hakkari'deki eylemin iki yöne de çekilebilmesinin bir sebebi var: Türkiye anayasa değişikliğini oyladığı referandumdan yeni çıktı ve halk hükümetin ülke sorunlarını anayasayı değiştirerek çözme niyetine büyük çapta destek verdi. BDP'nin de oylamayı 'boykot' çağrısında beklediği kadar başarılı olamadığı görüldü.
Böyle bir siyasi arka-plan ülkeyi iki yönlü terör eylemlerine açık hale getiriyor. Siyasetin aldığı yeni biçimden rahatsızlık duyan, hakimiyetlerini bütünüyle kaybedeceklerini anlayan yapı 'PKK süsü verilmiş' bir eylem yaptırabilir; çözümün kaçınılmaz hale geldiğini, ancak çözüm anahtarının da ellerinden kaçtığını düşünen PKK da duyduğu rahatsızlıkla kendiliğinden harekete geçebilir.
Kendilerinden 'Akil Adamlar Grubu' diye de söz edilen Finlandiya'nın eski cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari başkanlığındaki bir heyetin burada olması, Diyarbakır'ı ziyaret edip yerel yöneticiler ve kanaat önderleriyle görüşmesi, Ankara'da ve İstanbul'da resmen kabul edilmesi de eylemin fâili konusunda karışık düşüncelere sevk ediyor.
Heyetin varlığından ve kendisine atfedilen rolden rahatsız olabilecek unsurlar her iki tarafta da var çünkü...
Şimdi ne olacak?
Ne olacağını değil, ama ne olması gerektiğini söyleyebilirim: Devlet ülke güvenliği açısından eylemin fâillerini tespit için çalışırken, bölgede bilgi toplayabilecek kaynaklara sahip olan BDP de kendi araştırmasının sonucunu kamuoyuyla paylaşmalıdır. İlk verdikleri "Ergenekon işi" tepkisi doğruysa ne âlâ, ama eylem PKK veya irtibatlı bir grup tarafından yapıldıysa da kendilerinin aracılık ettikleri süreci berhava eden girişimi onların ağzından duymak isteriz.
Önünü tıkayan terör belâsından Türkiye'nin kurtulması açısından fâilin iki olağan şüpheliden hangisi olduğu hiç fark etmiyor. Devlet kendi adına iş çevirenleri çoktandır dışlıyor ve onlarla hesaplaşıyor; diğer taraf da benzer bir sorumluluk alırsa sorun büyük çapta çözülür, güven ortamı oluşur.