CAFER B. EBİ TALİP (ö. 8)
Hz. Cafer, Peygamberimiz'in amcası Ebû Talib'in oğlu, Hz. Ali'nin ağabeyidir. Mekkelilerin baskıları sonucu Habeşistan'a hicret ettiklerinde Cafer b. Ebû Talib'in Necaşi'ye hitaben söylediği şu sözler, bir genç olarak onun bilgi ve özgüvenini ortaya koymaktadır:
"Ey Kral! Biz putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü fuhşiyatı yapan, akraba ilişkilerini koparan, komşuya kötü davranan cahili bir toplum idik. Bizden güçlü olan, zayıf olanı ezerdi. İşte Allah bize içimizden nesebini, doğruluğunu, güvenilirliğini ve iffetini bildiğimiz bir Rasûl gönderinceye kadar bu haldeydik. Oysa gönderilen bu Rasûl, bizi, Allah'ı birlemeye, O'na kulluk etmeye, O'ndan gayrı babalarımızın taptığı taş ve putları terketmeye çağırdı. Bize doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi, akrabalarla ilişkileri devam ettirmeyi, iyi komşuluğu, haramlardan ve kan dökmekten el çekmeyi emretti ve bizi fuhşiyattan, yalan sözle şahitlikten, yetim malı yemekten, iffetli hanımlara iftira etmekten menetti. Bize yalnızca bir Allah'a kulluk etmemizi ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamayı emretti, namazı, zekatı ve orucu emretti." Daha başka İslam'ın emirlerini saydıktan sonra devamla "biz de onu derhal tasdik ettik, O'na inandık ve Allah'tan getirdiğine uyduk. Yalnızca Allah'a kulluk ettik ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O'nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal kıldık..."
Gerçekten de Hz. Cafer'in çok öz bir biçimde ifade ettiği gibi, Hz. Peygamber, asırlardır süregelen bir cahiliyye toplumunu, 23 yıllık peygamberliği süresince Asr-ı Saadet toplumuna çevirmeyi başarmıştır. Allah'ın hidayeti ve Hz. Peygamber'in tezkiyesi neticesinde cahiliyye döneminin zorba ve müşrik insanlarının, çok kısa sürede gerçekleşen bu toplumsal değişimle, nasıl örnek bir nesil olduklarına tarih şahittir. İşte bu sebeple olmalıdır ki, bazı usûl alimleri, "Rasûlullah'ın peygamberliğini isbat için hiçbir mucize olmasa dahi, sadece O'nun (sav) ashabı bile (bunun isbatına) yeter." demişlerdir. Yani, O'nun (sav) tezkiyesiyle oluşan bu yeni ve medeni toplumun, bir Ashab-ı Kiram toplumunun vücuda gelmesi âdetâ mûcizevî bir değişimdir ve yalnızca böyle bir neslin oluşumu bile O'nun (sav) Peygamberliğini isbat eder.
ÜSAME B. ZEYD (ö. 54)
Üsame, Peygamberimiz'in evlatlığı ve azadlısı olan Zeyd b. Harise'nin oğludur. "Hıbbu Rasûlullah" yani Allah Rasûlu'nun mahbubu, ahbabı, sevdiği bir gençtir.
Hz. Peygamber, vefatından kısa bir süre önce, Üsame'yi, aralarında Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in bulunduğu Mute'ye gönderilen sahabe ordusunun komutanlığına atamıştı. Bunun üzerine bazıları, bu atamadan dolayı Hz. Peygamber'i eleştirmeye, endişe ve hoşnutsuzluklarını dile getirmeye başladılar. Onların eleştirilerini işiten Hz. Peygamber onlara bir hutbe îrad ederek, bazı kimselerin, Üsame'nin atanmasını eleştirdiklerini, onların daha önce de (H. 8 yılında yine Mute seferinde tayin edilen komutanlardan biri olan ve şehid düşen babası Zeyd'i (ö. 8) dile doladıklarını, oysa kendisinin ikisini de çok sevdiğini ve bu iş için onları liyakatlı bulduğunu, ona hayırlısını tavsiye etmelerini ve emrini uygulamalarını istemişti.
Şüphesiz Hz. Peygamber genç bir mevali (Arap olmayan) olan Üsame'yi, ileri gelen yüzlerce sahabenin üzerine komutan tayin ederken İslam'ın öngördüğü yönetim anlayışında sınıf ve yaş farkının değil, ehliyet ve liyakatın asıl olduğunu fiilî olarak göstermek istemişti. Elbette Üsame'nin ordusu içinde, kendisinden daha tecrübeli büyük sahabeler de vardı. Ancak Hz. Peygamber'in özellikle bir mevaliyi komutanlığa ataması, hem yönetimde sınıf ve kabile faktörünün hiçbir öneminin olmadığının zihinlere yerleştirilmesi bakımından, hem de hangi kesimden olursa olsun gençlere imkanlar tanınması, onların yetiştirilmesi bakımlarından oldukça mühimdir. Bu tayinden dolayı ortaya atılan eleştiri sahiplerinin kimler olduğunu bilmiyoruz. Ancak iyimser bir tahmin yürütecek olursak, bunlardan bir kısmı tamamen Hz. Peygamberin vahy dışı ictihadî bir tasarrufu olan bu atamaya, sırf genç ve tecrübesi az olan bir komutanla girecekleri savaşta muhtemelen bazı olumsuz sonuçlara maruz kalma endişesiyle karşı çıkmış olabilirler. Eleştirilerin bir kısmı ise henüz -Hz. Peygamber de tayin etse - azadlı bir kölenin oğlunun, çocuk denecek yaşta genç bir mevalinin emri altına girmeyi içlerine sindirememiş İslam'a yeni girenlerden veya bedevilerden, ya da sahip oldukları mizaçlarıyla, cahiliyye kültür ve taassubunun etkisinden hâlâ kurtulamamış, İslami öğretileri tam özümseyememiş bazı kimselerden gelmiş olabilir. Zaten bu kesimlere mesaj vermek isteyen Hz. Peygamber ise, onların ortaya attığı söylentilere aldırış etmemiş, emrini uygulamıştır. Buna mukabil başta, Medine'de kalmasına ihtiyaç duyduğu Ömer için komutanı Üsame'den izin isteme nezaketi gösteren Halife Hz. Ebû Bekir olmak üzere, gerek Hz. Peygamber'in atamasında ve gerekse vefatından sonra halifenin onaylayıp göndermesinde Üsame'ye itaat eden pek çok sahabe, hem İslam'ın, hem de kendilerinin ne denli erdemli olduklarını burada bir kez daha ispatlamışlardır.
MUS'AB B. UMEYR (ö. 3)
Mekke'nin en zengin ve asil ailesine mensup olan Mus'ab, refah ve bolluk içinde yetişmiş, kılık kıyafetiyle, nezaketiyle ve fiziki yapısı ile herkesin beğenisini kazanmış, son derece zeki, akıllı, aynı zamanda güzel ve açık konuşmasıyla da herkesin gıpta ettiği bir gençti. Mus'ab'ın erişemediği herhangi bir dünya nimeti yoktu. Ancak manevi bir boşluk, ruhi bir bunalım içerisindeydi. Neticede Erkam'ın evinde bulunan Rasûl-i Ekrem'in yanına geldi ve Müslüman oldu.
Ailesi onu bu yeni dinden vazgeçirmek için her çareye başvurmuştu. Ama Mus'ab, ailesini de, servetini de, Mekke'yi de terkedip Habeşistan'a hicret etti. I. Akabe bey'atında Medineliler, kendilerine İslamiyet'i öğretecek bir öğretmen isteyince, Rasûlullah derhal onu bu göreve tayin etti. Medine'de birçok kişi İslam'a onun çabasıyla girdi, birçoğu İslam'ı ondan öğrendi.
Medine'nin muallimi Mus'ab, Uhud Savaşı'nda şehid düştüğünde, üzerindeki şal ile başını örttüklerinde ayakları, ayakları örtüldüğündeyse başı açık kalmaktaydı. Nihayet Peygamberimiz'in emriyle şal ile başı örtülmüş, ayaklarına da izhır otu konulmuştu.
ERKAM B. EBİ'L-ERKAM (ö. 55)
İslam'a ilk giren gençlerden biri olan Erkam'ın Safa Tepesi'nin yanındaki evi, Hz. Peygamber ve diğer Müslümanlar için âdeta bir karargah olmuştu. Hz. Peygamber'e sadakatle bağlanarak evini O'nun (sav) emrine verdi. Rasûl-i Ekrem, İslam tarihinde "Daru'l-Erkâm" diye anılacak olan bu evi tebliğ faaliyeti için çok elverişli bularak merkez haline getirdi. Allah Rasûlu, ilk zamanlar insanları İslam'a gizlice bu evde davet eder, onlara ibadetleri burada öğretirdi. Müslümanlar, müşriklerin şerrinden korunmak için de bu evde gizlenirlerdi.
Henüz 17-18 yaşındaki bir gencin, Kâbe'nin hemen yanıbaşındaki evini İslam davetine açabilmesi, onun ne denli cesur ve fedakar bir genç olduğunu da göstermektedir.
MUAZ B. CEBEL (ö. 18)
M. 605 yılında Medine'de doğan Muaz, II. Akabe biatında Müslüman oldu ve Hz. Peygamber'in yakın ilgisine mazhar oldu. Mekke'nin fethinden sonra Rasûlullah onu Mekke'de kendi yerine vekil tayin etti. H. 9. senesinde Tebük Seferi'nden döndükten sonra da onu Yemen'e vali olarak atadı. Henüz 27 yaşında olan genç valiye, nasıl hükmedeceğine ve insanları nasıl davet edeceğine dair gerekli tavsiyelerde bulundu. Bu, Muaz 'ın Hz. Peygamber ile son görüşmeleriydi.
ESMA BİNT EBİ BEKR (ö. 73)
İlk Müslüman olan genç bayanlardan birisi de Hz. Âişe'nin ablası Esma'dır. Onun adı ilk defa, Hz. Peygamber'in hicret hazırlıklarını sürdürdüğü sırada oynadığı rol dolayısıyla ön plana çıkmıştır. Hicret esnasında Hz. Peygamber ve Ebû Bekir'in üç gün saklandıkları Sevr Mağarasına geceleri yemek taşıyan Esma, kuşağını ikiye bölerek azık torbasının ağzını bağlamış ve bunun üzerine Allah Rasûlu: "Allah bu kuşağın karşılığında cennette sana iki kuşak versin" diye iltifat etmiş, bundan dolayı da "Zâtu'n-Nitâkeyn" (İki kuşaklı) diye anılmıştır. O günlerde Ebû Cehil'in de aralarında bulunduğu bir grup gelerek Esma'ya babasının nerede olduğunu sormuş, "Bilmiyorum!" demesi üzerine Ebû Cehl ona bir tokat vurmuş, bu sebeple de küpeleri yere düşmüştür.
HZ. ÂİŞE (ö. 58)
Gençliğinin ilk sekiz yılını Hz. Peygamber'e eş olarak geçiren Hz. Âişe, dinî ilimleri bizzat Rasûl-i Ekrem'den öğrenmişti. İslam'ın öğreticisi olan Hz. Peygamber ile aynı evi paylaştığı ve evi de Mescid'in bitişiğinde olduğu için, O'nun (sav) öğretilerinden gece gündüz yararlanmış, O (sav)'nun ders ve sohbetlerini dinleyerek, kavrayamadığı veya merak ettiği yahut bilmediği her meseleyi de hemen O'na (sav) sorup öğrenmiştir. Yine Rasûl-i Ekrem de, Hz. Âişe'nin herhangi bir hatasını gördüğü zaman derhal onu uyarmıştır.
Hz. Peygamber'den aldığı feyz sayesinde İslam esaslarının en seçkin öğreticisi oldu. Sünneti nakledip şerhetmekle kalmadı aynı zamanda onun doğru anlaşılması hususunda ilmî tenkit zihniyetini ortaya koydu. Kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Peygamber'in hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler ifa etti. Rivayet ettiği toplam 2210 hadisle, en çok hadis rivayet eden yedi sahabenin dördüncüsüydü. Kendisinden hadis nakledenlerin sayısı 200'den fazlaydı. Talebelerinden en az dörtte biri bayanlardan oluşmaktaydı. İslami ilim zihniyetinin pek çok mümessili arasında en müstesna yeri, en büyük kadın alim olan Hz. Âişe işgal etmektedir. Hz. Âişe, sadece hadis nakilcisi değil, aynı zamanda müfessir, fakih ve hatibdi. Arab tarihi, Ensab (soy ilmi) , şiir ve tıb sahalarında derin bilgi sahibiydi. Rivayet ettiği hadislerin şuuruna erdiği gibi, kendisine ulaşan rivayetleri de, yüksek İslami kültürüne göre değerlendirmekte ve ravileri kim olursa olsun, bunlardan yanlış veya eksik bulduklarını düzeltme vazifesini hakkıyla yerine getirmekteydi.
Hz. Peygamber'in sevgili eşi Hz. Âişe, zekası, engin deneyimi ile her taraftan gelen kadın erkek hemen herkesin, kendisine danıştığı, meseleleri için bilgisine başvurduğu, irşad ve tavsiyelerine kulak verdiği, hatta ailevi problemleri çözdürmek ve ondan dua almak üzere sık sık ziyaret edilen, kendisine hürmet edilen bilge bir anneydi. Kapısı, geçmiş yıllarda karşı saflarda yer almış hasımlara dahi açıktı. Onun evi, ilim, irfan, irşad ve danışma merkezi gibi her gün girip-çıkanlarla dolup taşmaktaydı. Bu mütevazi ev, kadın-erkek, büyük-küçük birçok kimsenin huzuruna gelip kendisini dinlediği, varsa soru sorup cevabını aldığı bir ilim ve irfan ocağı oldu. Onun bu faaliyetleri sayesinde Medine ilim merkezi olmaya devam etti. Orada onun yıllarca süren eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda, İslam ilimlerinin temellerinin atılması ve ilmî hareketin gelişmesi yanında, hadis ve fıkıh sahalarında Medine ekolü teşekkül etti. Gerek Medine'de ve gerekse her yıl hac için gittiği Mekke'de kendisine sözlü olarak sorulan sorulara cevap verdiği gibi, muhtelif şehir ve bölgelerden mektupla sorulan soruları da cevapsız bırakmadı.
1914-1917 yılları arasında Hz. Âişe hakkında ilk defa müstakil ve oldukça doyurucu bir kitap yazan, Hint'li alimlerimizden merhum Nedvî'nin dediği gibi, "Tarihin bütün sayfalarını karıştıracak olursak Hz. Âişe'den başka bütün dinî, ahlaki, siyasî ve medeni meziyetleri şahsında toplamış ve bütün bunların icaplarını yerine getirmiş, ilmî ve ameli bir rehber olmuş başka bir kadın göremeyiz."
Kaynak : Halid Muhammed Halid, 60 Seçkin Sahabe Hayatı, BEKA YAYINLARI