Peyami Safa bir makalesinde önceden okuduğu bir kitabı yıllar sonra tekrar okuduğunda “eski bir dostu ziyaret” etme duygusu yaşadığı anlatır.
Gerçekten öyle. Benim de zaman yaşadığım bir duygu. Hatta sonraki ziyaretlerin daha verimli olduğu kitaplar da var.
Bayram tatili sırasında önceden okuduğum ve bazı yazılarıma da kaynak olan Semavi Eyice’nin kendini anlattığı söyleşi kitabı “İstanbul’un Yaşayan Efsanesi”ni tekrar okudum. İlk kez okumuş gibi etkilenerek…
Benim yazılarımı takip edenler iyi bilir. 1927 yılında çıkarılan “Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde bulunan Bilimum Mebani-i Resmiye ve Milliye üzerindeki Tuğra ve medhiyelerin Kaldırılması”na dair kanun sonrasında yaşanan savrulmanın ve yok edilen kültürel değerlerin üzüntüsünü içeren gözlemlerimi döktüğüm yazılardan bahsediyorum.
Merak edenler için “Tarihi Kazıyarak Karartmak” başlıklı yazımın linkini buraya bırakıyorum…
Detay merak edenler yazıyı okuyabilirler…
Semavi Hoca’nın kitabını tekrar okurken aynı konuya ilişkin dramatik bir anısı tabii ki dikkatimi çekti.
Semavi Hoca Trakya’da çeşitli mesleki gezilerini anlattığı bölümde şöyle bir aktarımda bulunuyor:
İlerici bir kaymakam o kitabeyi kırdırmış
“Bir gün Uzunköprü’ye gittik. Kasabanın ortasında bir meydan şadırvanı var. Harikulade bir eser. Üzerinde nakışla dolu mermeri var, laleler, çiçekler… Üzerinde manzum bir kitabe var ikişer satır. Kare olduğu için dört cephede. Fakat itinayla ilerici bir kaymakam o kitabeyi kırdırmış.
O çeşmeyle uğraşırken halk etrafımıza toplandı. Herkes, ‘Bunlar ne yapıyor?’ diye merakla bakıyor. Kafamı kaldırıp, ‘Kim bu kitabeyi bu hale getirdi?’ dedim.
Biri ‘Bulgar gavuru’ dedi. Meğer kaymakam, yeni Harf Kanunu’ndan sonra tuğra ve kitabeleri kazıtmaya başlamış, çeşmedeki kitabe de gitmiş öyle.
Yine o civarda Makedonya’yı fethetmiş Gazi Turan’ın babası Yiğit’in köyü var, Paşa Yiğit Köyü.
‘Enteresan bir şey bulabiliriz’ diye o köye de gittik. Erken Osmanlı devri bir köy. Köyün dışında bir cami vardı, Paşa Yiğit Camii. Kullanılmıyor, terk edilmiş ama enteresandır, minaresi kalıp gibi yerde duruyor.
Bir kaymakam vardı, halat bağlayıp minareyi yıktı
Sordum. ‘Bu minare neden bu halde?’ diye. ‘Bir kaymakam vardı, halat bağlayıp minareyi yıktı’ dediler. ‘Aynı kaymakamın işidir herhalde’ diye düşündüm.”
Cumhuriyet tarihinin “Alacakaranlık Kuşağı” günlerinden bu anekdotu bir yazıya konu etmemek olmazdı…
Geçtiğimiz yıl Kuzey Makedonya’ya yaptığımız ziyarette Üsküp fatihi Paşa Yiğit Bey’in mezarını da ziyaret etmek kısmet olmuştu. Paşa Yiğit Bey 1392 yılında Üsküp’ü fethetmiş ve ilk sancak beyi olmuştu. Eyice Hoca’nın Paşa Yiğit Bey’in adını taşıyan köyüne ilişkin anısı bu ziyareti aklıma getirdi.
Bu türbe ziyareti sırasında öğrendik ki Paşa Yiğit Bey tarafından yaptırılan cami, kendisinin ve Meddah Baba’nın türbesinin bulunduğu bu kampüs 1943 yılında Üsküp bombalanırken zarar görmüştü.
Harabeye dönen bu kültür mirasının 2015 yılında Paşa Yiğit Beyin soyundan gelen Türk İşadamı Şarık Tara tarafından yeniden yaptırılmış olduğunu memnuniyetle öğrenmiştik.
Paşa Yiğit Bey’in Üsküp’teki türbesinden ve külliyeden çektiğim fotoğraflar:
Paşa Yiğit Köyündeki Eyice Hoca’nın bahsettiği caminin şimdiki durumu nedir? Bilmiyoruz.