Bizi bahçede topladılar (fidanlar vardı, şimdi orman gibi olmuş), sonra sağ kapıdan aldılar, "müdür merdiveninden" çıkarıp koridor boyunca yürüttüler (sonradan tanışacağım Kara Hasan da Abidin de ortalıkta görünmüyorlardı), sola kıvrılıp Konferans Salonu'nu geçtik (sonraki kuşaklar onu Tevfik Fikret Salonu olarak bilirler), sonradan Büyük Anfi olduğunu öğreneceğim yere getirdiler. Anamız babamız da dışarıda bekleşiyor.
Efendim? Hayır, Ayı Ramazan da o gün yoktu ortalıkta.
Ama yemekhaneden gelen yağ kokusu, hep aynı.
1958 yılının yaz ayları... Gününü mününü hatırlayamam.
On iki yıl sürecek Galatasaray serüvenim böyle başladı. İlk, orta, lise...
Ortaköy kısmının da asıl lisenin de her metrekaresinde ayrı bir anım var, her metrekaresinde.
Andre Gide'in deyimiyle "tebeşir ve sperm kokulu" okulum... Tozunu da unutmayalım.
Başlıkta okuduğunuz cümle de, aynı yılın eylül ayında ve de hayatımda ilk öğrendiğim Fransızca cümle: Panpan bir kukladır, Zizi bir bebektir... Okuma kitabımızdan.
Bir de, bizim birinci sınıfın kapısının üstündeki kocaman tabela tabii: "Bilen, bilmeyeni yener."
Evet, öyle sanıyorduk. Bize öyle öğrettiler.
Çünkü Türkiye'yi tanımıyorduk daha, bacak kadar çocuktuk.
Yüz elli çocuk kadardık sınava giren, bizim sınıf otuz yedi kişi oldu. Bunlardan yedisi bitirebildi Galatasaray'ı... Öbür sınıf da bir o kadar vardı, Necdet Bey'in sınıfı (benimki Muhittin Bey'in)... Demek ki, sınava giren kabaca her iki çocuktan biri Galatasaray'ı kazanabiliyormuş o zaman.
Dün okudum, tamı tamına elli yıl sonra, 2008'in sıcak bir ilkbahar ayında aynı sınava giren çocuk sayısı 2840...
50 kişi alıyorlarmış ama kura çekerek!
Üstelik de liseye, sonra da üniversiteye devam edebilmek için "kurum içi sınavlar" varmış... Üniversiteyi anladık da, bizim zamanımızda "aşağıki okuldan yukarıki okula sınavla geçilecek" diyene deli derlerdi. Tövbe, o zaman "sınav" yok, "imtihan" var tabii, biz de "leyli" okuyoruz, gece yatılı...
"Sıra dışı kişiler yetiştirirmiş" Galatasaray... Veliler bunun için çocuklarını sınava sokmuşlar, gazete yazıyor...
Faturasını ağır ödediğim için bilirim, öyle yapar.
"Sıra dışı olmayı" iyi bir şey sanıyorlar, çocuklarını hangi ülkede büyüttüklerinin farkında değiller.
İyi eğitim almanın hem kişiye hem ülkeye çok faydalı olduğunu sanırdım. Daha sonra, çok daha sonra, Galatasaray'da okuduğum, hele hele Fransızca öğrendiğim için "istiskale" uğrayınca anladım, kıskançlığın, çekememezliğin, kinin, nefretin, aydın düşmanlığının boyutlarını. Para kazanmanın düşman kazanmak olduğunu bile bilmiyordum. Buna bir de İstanbullu olmayı ekleyin, yatacak yeriniz yoktur.
Dedim ya, Türkiye'yi henüz tanımıyordum, çocuktum daha.
Türkiye mi? Hani şu, debelene debelene çamurdan çıkmaya çalışanları paçasından tutup aşağı çekenlerin cehennemi mi?
Yıllarca hep deli bildiniz, 81 Engin'den şarkılar dinlediniz.