Benim için Halil Berktay, “zekâ, bilgi, cesaret” demek.
Bu ülkede “solla” ilişkisi olmuş herkes Halil’in adını bilir, bazen kızarak, bazen severek bilir.
Ben de bilirdim.
Onun benim zihnimde yeniden bir alevtopu gibi patlamasına, beş altı yıl önce, daha hiç kimse Ermeni meselesinden söz edemezken bu konuda Neşe Düzel’le yaptığı bir söyleşideki muhteşem dürüstlüğüyle, cesareti yol açmıştı.
Hayran kalmıştım.
O konuşmasından sonra büyük düşmanlıklarla karşılaştı ama aldırmadı.
Taraf’taki kadronun biraraya gelmesini sağlayan Alev Er, gazeteyi açmaya hazırlandığımız sırada bana “Halil’le anlaştım, bizde yazacak” dediğinde de çok sevinmiştim.
Sonra bir gün gazetede tanıştım Halil’le.
Adı efsaneleşmiş birçok “solcu” gibi o da şaşırtıcı derecede sakin biriydi.
İlgi alanları çok genişti.
Eski bir yüzücü olduğu için bizim yazıişlerine de “yüzme sporu” üzerine uzun bir “lecture” çekmişti.
Kendisiyle bizim gazetede yapılan “20 soru”da “en beğenmediğiniz huyunuz” sorusuna “uzun konuşmam” türünde bir cevap vermişti, bunu kanıtlarcasına da onun cevapladığı “20 soru” yaklaşık yarım sayfa tutmuştu.
Sanırım bu konudaki rekor hâlâ onda.
Uzun konuşuyor, ayrıntılı konuşuyor ama güzel konuşuyordu.
Muhteşem bilgi dağarcığından seçtiği bilgileri, karşısındakini ezmeden, “sen bir cahilsin kardeşim” vurgusu yapmadan sükûnetle anlatıyordu.
Halil bazen gündemden kopar, yalnız bir seyyah gibi “kavramlar arası” yolculuklara çıkar, o kavramları inceler, tarihçesini, gelişimini ortaya koyar, kavramların somut hayata nasıl yansıdığını örneklerle, alıntılarla gösterir.
Onun gündemi, Türkiye’nin değil, genellikle insanlığın ortak gündemidir, insanlığı meşgul eden sorunlarla ilgilenir.
Ama Türkiye’nin gündemine döndüğünde de, kavgaya girdi mi bırakmayan sert bir yazar çıkar ortaya.
Darbecilerle, askerî vesayetle, faşizmle, cehaletle dövüşür durur.
Bazen kendini kavgaya fazla kaptırıp diğer parlak ve dürüst yazarlarımızla da polemiğe girip bana bir “hay Allah” çektirir.
Ama ne yazarsa yazsın daima sıradanlığın ve vasatlığın üstünde yazar.
Ben iyi bir okuyucusuyum Halil’in, ondan çok şeyler öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum.
Geçenlerde, bizim gazetedeki yazılarından derlediği “Özgürlük Dersleri” isimli bir kitap yayımladı.
Okuduğum yazıları bir daha okudum.
Gazete yazılarıyla, onların kitap olmuş hali arasında genellikle önemli bir fark oluyor.
Diğer haberle yazılar kalabalığı arasında bazen önemi gerektiği kadar anlaşılamayan yazılar bir bütün halinde karşınıza çıkınca, tanıdığınızı sandığınız biriyle bir akşam uzun bir sohbet yapıp, onun o güne dek pek de fark etmediğiniz birçok özelliğini görmüş, onu yeniden ve bu sefer derinliğine tanımış gibi oluyorsunuz.
Halil’in kitabındaki yazılar, “uzun konuşmayı” sevdiğini söyleyen Halil’i tekzip edecek kadar kısa ve tok yazılar.
Ve, her birinden her okuduğunuzda yeni bir şeyler öğreniyorsunuz.
Neredeyse bütün sosyal ve siyasal kavramlar tek tek elden geçiriliyor, liberalizmi, Marksizmi, faşizmi, milliyetçiliği bir kez daha derinliğine öğreniyorsunuz.
Toplumların ve milletlerin oluşmasının yolları hakkında bilgiler elde ediniyorsunuz.
“Bir milletin korku ve nefret üzerinden (yani, reel veya hayali acıları abartılıp, soyutlanıp, tek-yanlılaştırılıp, edebiyat, eğitim ve ordu aracılığıyla herkese “yaşatılarak”) inşası ile, gene aynı milletin düşmanlarını taklit yoluyla inşası arasında ince bir bağlantı var. Korktuğumuz ve nefret ettiğimiz düşmanlarımızla mücadele, onları alt edebilmek için onlar gibi olma çabasını beraberinde getiriyor” diyen satırlarını okuduğunuzda, Türkiye’de yaşanan birçok zihinsel karmaşanın nedenlerini de görüyorsunuz.
Ben kitabı okurken Halil’i bir daha sevdim, bana yazılarıyla öğrettikleri için ona bir daha minnettar kaldım.
Gazete yazılarının, kitaplaştıklarında bu kadar dolu ve lezzetli olabileceğini görmek beni şaşırtarak sevindirdi.
Tabii, böyle bir sonucu sağlamanın öyle kolayından herkese nasip olamayacağını da fark ettim.
Halil’in “uzun konuşmayı sevdiğini” bilen yayıncısının “bu yazıları daha ne kadar basarız” sorusuna onun, önsözünün sonunda verdiği cevap da sanırım okuyan herkesin hafızasında kalacak.
“Ben ne o kadar yaşar, ne o kadar yazarım. Bu Okuma Notları belki birkaç yıl sürer. Sonrası Turgut Uyar:
Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir kalır anısı uzun otellerde çok üşüdüğümüzün”
Halil ne kadar yazar, yazmaktan ne zaman vazgeçer bilinmez.
Ama yazdıklarının “anısı” çok uzun kalır, onun bile tahmin edemeyeceği kadar uzun.