(Geçen Haftadan Devam)
Geçen yazımda siyasete ilişkin genel görüşlerimi okuyucularımla paylaşmış, bu hafta özellikle AK PARTİ’nin nasıl ateşle imtihana tabi olduğunu irdelemeye çalışacağımı söylemiştim.
Türk siyasi hayatında kurulduktan on beş ay sonra, girdiği ilk genel seçimde tek başına iktidara gelen başka parti yoktur. Bunda en büyük pay hiç şüphesiz, Allah vergisi yeteneklerini, karizmatik liderliği ve insanüstü olarak adlandırabileceğim çalışkanlığı ile birleştiren, malum çevreler tarafından seçime girmesi bile engellenen kurucu genel başkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın varlığıdır.
Bu tespitten sonra, hem dönemin şartlarını, hem de 2002 yılından beri Ak Parti’nin hangi cenderelerden geçtiğine dair birkaç örnek vermek istiyorum.
1999 seçiminden sonra iktidara gelen ANASOL-M hükümeti ülkeyi 3 yıl gibi kısa bir sürede iflasın eşiğine getirdi. Çare olsun diye Amerika’dan transfer de bir işe yaramadı. İrtica hortladı ve laiklik elden gidiyor paranoyasının ardında, ülkemizin bütün kaynaklarının nasıl hortumlandığını kamuoyu çok sonra öğrendi.
Dönemin ekonomik verilerini, uzmanların değerlendirmelerini bir tarafa bırakın. Batan devletimizin içler acısı halini yaşadığım bir örnek gösterir zannediyorum: MEB’de öğretmen olduğum dönemde, 1999 yılında Hukuk Fakültesini kazanmış, dersleri takip edebilmek için de Bursa’dan İstanbul’a tayin istemiştim. İlk tayin döneminde görevim İstanbul’a çıktı. MEB için söylüyorum, normal şartlarda öğretmenler dönemin bitmesi ile birlikte bulundukları yerden ilişiklerini keserler, yeni atandıkları yerde görevlerine başlarlar. Bu işlemler Temmuz ayında biter ki, eğitim öğretim aksamasın. O sene dönemin başbakanı merhum Ecevit, televizyonlara çıktı ve şu açıklamayı yaptı: “Tayini çıkan memurlara devletimizin yolluk adı altında ödeyebileceği bir parası yoktur. Bu sebeple bütün tayinler askıya alınmıştır.” Başka söze gerek var mı bilemiyorum.
Aslında, 2002 seçimlerine -sözde hukuki bir kılıf uydurularak sokulmayan- Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın önünü kesmek için nelerin yapılabileceğinin de işaretlerini Türk milleti o dönemde gördü. Hukukun nasıl ters yüz edilebileceğini de anladı.
Gördüğümüzden daha kötüsünü Allah göstermesin diye dualar edilirken, AK PARTİ kapatılmak istendi, dünyanın hiçbir yerinde izah edilemeyecek 367 garabeti yaşandı. Bütün bunlar olurken, Türk siyasi hayatına damga vurduğunu çok sonra anlayacağımız bir sözle adeta irkildik: “Dikleşmeden dik duracağız.” İşte bu söz kanaatimce Ak Parti’yi gerçek anlamda parti yapan köşe taşlarından birisi olmuştur.
Ergenekon ve Balyoz davaları hem başlangıcında hem de bitişinde nasıl bir sarmalın içinde yaşadığımızı gösteren önemli bir dönemeçtir. Affınıza sığınarak söylüyorum, at izinin it izine bu denli karıştığı başka bir dönem olmamıştır.
Toplumsal barışın sağlanmak istenmesi, bu uğurda siyasi risklerin Ak Parti tarafından üstlenilmesi, akan kan ve gözyaşının dindirilmek için çalışılması iç ve dış düşmanların her ne pahasına olursa olsun Ak Parti’yi yok etmek istemesine sebep oldu. Bir hareketi yok etmenin en kolay yolu liderini yok etmek olduğunu çok iyi bilen çevreler, barış görüşmelerini devlet adına yürüten dönemin MİT müsteşarını ifadeye çağırarak, asıl ulaşamadıkları ve ne yaparlarsa yapsınlar millet nezdindeki itibarını düşüremedikleri lideri yok etmek istediler. Ama “Kaderin üzerinde bir kader vardır” sırrını hesaba katmadılar. Ettikleri bedduanın altında kendileri ezildiler.
Devlet içinde bambaşka bir yapılanmanın peşinde olanların, kime hizmet ettiklerini anlamamak için insanın ya kör, ya da aşırı bağnaz olması gerekir. 17-25 Aralık kalkışmasını basite alanları her fırsatta ikaz etmek gerekir: Bu hareketlerin ateşlediği fitnenin zararını uzun yıllar ödeyeceğiz. Hem maddi hem manevi anlamda…
Tarih bir kere daha tekerrür etti, “gavurun ekmeğini yiyen, kılıcını da sallar.” Yıllarca yanı başımızda omuz omuza mücadele verdiğimizi zannettiğimiz insanların hesapları meğer bambaşkaymış. Aldatılmışlık duygusunu ne tamir eder bilemiyorum. Fakat aynı hataya ikinci kere düşmemek için de milletvekili aday adaylarında kılı kırk yararak hareket edilmelidir.
Haftaya kaldığımız yerden devam edelim inşallah…