Geçen haftalarda dershanelerin kapatılması veya dershanelerin yerine özel okulculuğun desteklenmesi temelinde tartışmalar yine gündemimizdeydi.
Merkezi hükümet ülkemizde eğitim sistemimizdeki sorunların çözümü noktasında sırf “okul odaklı” eğitim yönünde çözümler ararken, daha çok öğrenme ve sınavlara hazırlanma ihtiyacından doğan dershanelere devamın engellenmesi çizgisinde yaklaşımlar ortaya koymaktadır.
Son derece aceleci ve sorunları çözmede son derece hatalı gibi görünen bu tutum yerine dershanelere olan ihtiyacın azaltılması noktasında tedbirlerin alınması daha şeffaf ve makul bir yaklaşım gibi görülecektir.
Dershaneler daha çok öğrenme ve sınavlara hazırlanma ihtiyacından dolayı ortaya çıkmış eğitim kurumlarıdır. Sınavlar bitmedikçe veya devam ettiği müddetçe bu hizmetin verilmesi de devam edecektir. Ancak şu anki bakış açısına bakıldığında yetkililerce sanki sistemdeki sorunların tek nedeni olarak görülmekte. Bu yanıltıcı yaklaşımın tersine onların her şeyden evvel eğitim sisteminin ihtiyaçlarını karşılayan hizmet kurumları şeklinde görülmesi gerekmektedir.
Diğer bir yaklaşımla eğitim sistemimizin bir zenginliği olan dershaneler, eğitimde çok önemli husus olan fırsat eşitliğini daha geniş tabana yayan kurumlardır. Sistemin içerisinde devamlılığı zaruridir. Çünkü;
Dershaneler ihtiyaç olan her yerde eğitim mekânları açarak insanların eğitime ulaşımını kolaylaştırmaktadır.
Esnek, yüksek motivasyonlu öğrenme ortamları oluşturmakta.
Dershaneler, semtlere kadar yaygınlaşarak çocukların ve gençlerin okul dışı zamanlarını kitap okuma, ödev yapma, ders çalışma vb. faaliyetlerle verimli verimli değerlendirmelerini sağlar. Bu özellikle büyük şehrin varoşları ile Doğu ve Güneydoğudaki gençler için gereken önemli bir imkân ve fırsattır. (Bu bölgede imkanı olmayan ailelerin çocuklarının eğitilmesi, diğer öğrenciler gibi istedikleri üniversitelere girebilme fırsatı vermektedir. Fırsat eşitliğinin sağlanması açısından önemli bir hizmet sunmaktadırlar.)
Bu noktada bu kurumların “fırsat eşitliğini bozduğu” iddiasıyla sistem dışına itilme çabaları fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmayacaktır. Bu makasın daha açılmasına neden olacaktır. Ekonomik imkânları olanlar özel ders ve ek dersler alarak diğerlerinin önüne geçeceklerdir.
Dershanelere devam eden öğrenciler genellikle orta ve düşük gelir seviyesine sahip ailelerin çocukları olduğundan varlıklı ailelerin özel derslerle ayrıcalıklı konumlara gelme imkanı bulurken bu aileler daha az ücretle grup halinde aldıkları bu tip öğrenimle yani bu kurumları seçerek aynı ayrıcalığa kavuşma imkanına sahip olmaktadırlar. Bu yönüyle bu kurumlar destekleyici kurumlardır.
Sonuç olarak; dershaneler sistemin bir parçası olarak çalışmalarını sürdürmelidirler. Aksi uygulamaların ülkemize yarar getirmeyeceği diğer dünya ülkelerinin tecrübelerine dayanarak düşünülmektedir. Özellikle Güney Kore* tecrübesi bizim için yol gösterici olmalıdır. Ülkemizde yetkililerin bu tecrübeleri dikkate almalarını temenni etmekteyim.
Ayrıca şu noktayı da vurgulamak gerekir ki; özellikle doğu ve güneydoğuda sadece öğretim adına değil eğitim adına yani ilgilendiği öğrencilere rehberlik faaliyetleri de vererek onları ülkemizin bölünmesi adına bir takım hareketlerde bulunan marjinal gurupların da elinden alarak etkisiz bırakan kurumların bu yönde desteklerini de engelleyecek bu yaklaşım o bölgelerde tekrar eskiye dönüşün belirleyicisi olacaktır.
Bu konunun kamuoyunda sadece bir kesim tarafından dile getirilmesi de ayrıca garip bir durum. Televizyon programlarında ve gazete köşelerinde bu perspektiften yorum yapanların sayısının az olması son derece düşündürücüdür.
Durup dururken dünyanın hiçbir yerinde dershaneciliğin yasak olmadığı bir dönemde hatta ve hatta talebin daha da arttığı ve her alanda özgürlük taleplerinin yükseldiği günümüzde “eğitim özgürlüğüne” engel olunuyor tarzda yaklaşılması son derece tezat bir görünüm ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye’de özel dershanelerin varlığı eğitim fırsatları için bir zenginliktir...
*Güney Kore’de 1950’li yıllardan itibaren özel ders ve dershaneciliğin yaygınlaşmasıyla 1968 yılında ortaokullara giriş,1973 yılında ise liseye giriş sınavları kaldırılmış ve okullara rastgele yerleştirilmişlerdir. Bu yıllarda üniversiteye giriş sınavlarının önemi artmış, 1980’de gerçekleştirilen reformla öğrenci ve öğretmenlere özel ders alma verme yasaklanmıştır. Giriş sınavları merkezi sınava dönüştürülmüş, bu sınavın puanı öğretim başarı puanı ile birleştirilmiş, üniversitenin kontenjanları arttırılmış, düşük ücretli ders veren ulusal bir eğitim kanalı kurulmuştur.
Bu reform da istenilen sonucu vermeyince özel ders ve dershanecilik kaçak yollarla artarak özel ders fiyatlarında ciddi artışlar olmuştur. 1980 yılında getirilen bu yasak “insanların eğitim hakkını engellediği” gerekçesiyle Anayasa mahkemesince 2000’de kaldırılmış, ülkedeki özel ders veren kurumların sayısı 2007’de 31.000’ e yükselmiştir.
Bizde de özellikle sınav uygulamalarındaki benzerlik göze çarpıyor. Geçmişte 12 Eylül askeri yönetimi dershanelerin kapatılmasıyla alakalı Kanun Tasarısını Danışma Meclisi’ne göndermiş, uzun müzakereler neticesinde eğitime olumlu katkı yapan kurumlar tanımı yapılarak reddedilmiştir. Buna karşın MGK, kararı veto ederek bu kurumların bir yıl içerisinde kapatılmasını öngören bir yasa çıkarmış, 1983 seçimleri sonrası işbaşına gelen Özal hükümeti, özel teşebbüsü engelleme olarak algıladığı bu dershaneleri kapatma hükmünü, yeni bir yasal düzenleme ile kaldırmıştır.
Yararlanılan Kaynak: (Öz-de-bir, Töder, Güvender, Özel Öğretim Derneği Bülteni, Ankara- Eylül 2013)