93 harbi sonunda özellikle Romanya ve Bulgaristan'dan başlayan göçler neredeyse bir yüzyıl sürmüştür. Annemin ana ve babası 1935 senesinde Türkiye'ye göç etmiştir. Anneannemin dayıları ve amcaları da 1941 senesinde Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmışlardı. Ninem ile kardeş çocukları olan bu gruba biz kısaca "koca dayı" derdik.
İsmi gibi sıfatı da Hafız olan koca dayım da ailesiyle birlikte 1941 senesinde göç etmiş ve bizim komşu ilçe olan Lüleburgaz'ın Emirali (yöre deyimiyle Emralı) köyünde iskan edilmişlerdi. Hafız dayımın hem medrese hem de normal okul eğitimi olduğu için Osmanlıca, Latince ve Bulgarca okuma ve yazması vardı.
1941 senesi 2. Cihan Harbi yılları olduğu için memlekette ciddi sıkıntı yaşanan yıllardı ve okuma yazma oranının da düşük olduğu dönemlerdi. İlçe Kaymakamlığında resmi evrak işlemleri ve muhacirlerin dağıtım işleri kaymakamlığın memurları tarafından kayda alınıyordu. Koca dayımın ve ailesinin kayıtlarını tutmaya çalışan memurun yazması biraz zayıf olunca işler de yavaş ilerliyordu. Bunu gören Koca dayım orada bulunan yetkiliye (muhtemelen mal müdürü) müsaade edilirse kayda yardım edebileceğini söyler. Mal müdürü biraz şüpheyle de olsa işlerin bir an önce bitmesi açısından buna razı olur. Ancak bir müddet sonra görür ki bizim Koca dayı onların memurlarından daha mahirdir. Onların memurlar bir sahife evrak tanzim edene kadar bizim koca dayı üç dört evrakı tanzim etmektedir. Bunun üzerine mal müdürü;
-Okuman yazman iyiymiş evlat
-İyidir efendim, bunun dışında Osmanlıca ve Bulgarca da okumam yazmam vardır
-Oh ne ala!
-Burada hangi köye iskan edildiniz?
-Emirali köyüne efendim.
-Ne iş yaparsanız?
-Efendim, biz çiftçilik yanında köylerden toplayıp ilçede satmak şeklinde küçük çaplı gıda malzemeleri ve zahire ticareti ile uğraşırız. Burada da aynı düzeni devam ettirmeyi düşünüyoruz inşallah.
-İnşallah evladım. Gördüm ki senin kalem tutmadaki marifetin bizim memurlardan iyidir. Madem köyleri dolaşıp mal toplayacaksınız sen bizim mal müdürlüğünün gezici katibi ol. İşlerinin yanında bizim memurluğumuzu da yapmış olursun aynı zamanda ilave bir gelirin olur.
-Yaparız inşallah efendim.
Koca dayım geldiği gibi kendine bir iş te bulmuş olur. Bu işe ihtiyacı yoktur ama bunu vatana hizmet kabilinden kabul eder ve ücretini almayı da reddeder.
Böylece Hafız dayım ve ailesi Emirali köyüne yerleşir ve planladıkları gibi çiftçilik yanında küçük çapta ticaret işiyle uğraşmaya başlarlar. Bu şekilde yaklaşık on sene geçer.
Bu arada hükümet değişmiş Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Önceki döneme göre bir iktisadi açılım ve yatırım dönemi başlamıştır. Bu yıllarda tarım ağırlıklı hayvan ve insan gücüne dayalı olarak yapıldığı için köylüler ellerindeki tarlaların hepsini işlemekten bile acizdiler. Tarlaların yarısı nadasa bırakılır diğer yarısı da ancak işlenirdi.
Koca dayım ve ailesi ticaretle de iştigal ettikleri için kazançları ve durumları da sadece çiftçilik yapanlara kıyasla oldukça iyiydi. Bu yıllarda paletli kocaman bir Amerikan traktörü satın alırlar. Böyle bir traktörü o dönemde birkaç köy ağası dışında alacak adam bulunmazdı. Bu traktörle sadece aletli tarım yapmayıp Tekirdağ limanına mal götürüp getirme işinde de kullanırlar. Bu ticaretlerini de büyütmeye vesile olmuştur. Tabii ki ailenin kazancı da buna paralel artmaktadır.
Bu arada Koca dayım gezici katipliğine de devam etmektedir. Bir gün bazı evrakları kaymakamlığa teslim etmek için ilçeye gider. Evrakları teslim edip çıkınca hükümet konağının bir duvar dibine oturmuş ağlayan yaşlı bir adam görür. Hemen yanına gider ve;
-Hayırdır amca niçin ağlıyorsun?
-Hiç sorma evlat
-Derdini söylemeyen derman bulamaz derler amca. Hele bir derdini söyle hep beraber çaresine bakalım.
-Nasıl anlatsam nerelere başvursam hiç bilemiyorum evlat.
-Hele bir anlat bakalım amca
-Ah be evladım bunu söylemek bile bana ağır geliyor ama sen halden anlayan bir gence benziyorsun. Onun için sana derdimi anlatmaya çalışayım. Beş on gün önce köy muhtarlığından bir duyuru yapıldı. Askeriye büyük bir tatbikat yapacakmış. Bu tatbikat Edirne'den başlayıp Çatalca'ya kadar bir alanda yapılacakmış. Sırası geldikçe askerin malzemesi hangi köyün yanında ise o köyün ahalisi de angarya olarak bu malzemeleri taşıyacakmış. Ayrıca bazı mıntıkadaki tarlalara da işe gitmek yasakmış. Ancak ben yaşlı bir adamım ve sadece benim yanımda yaşayan genç bir kızım var. Başka kimsemiz olmadığı için hasat işini ikimiz yapmamız gerekiyor. Eğer zamanında bu hasatı yapamazsak ürünümüz tarlada kalır ve çürür gider. Bu nedenle kızımla beraber mecburen tarlaya çalışmaya gittik. Ancak bu tatbikata katılan iki kansız asker beni dövüp kızıma tecavüz etmeye kalktılar. Ben gariban bir adamım. Derdimi kime anlatayım da hakkımı alayım bilemiyorum evlat
Der ve iki gözü iki çeşme ağlamaya devam eder. Bunu duyunca Koca dayım kan beynine fışkırır ve öfkeden deliye döner. Adama dönüp;
-Amca sakın merak etme. Senin derdin bundan sonra benim derdim. Senin kızın da benim bacım. Bu davayı ne pahasına olursa olsun sonuçlandıracağım
Der ve hemen garnizon komutanlığına bir dilekçe yazarak meseleyi tetkik etmelerini talep eder. İlçeye her gelişinde yeni bir dilekçe yazarak komutanlığa bırakır. Ancak komutanlıktan tek bir cevap bile gelmemektedir. Bir aydan fazla her hafta bu dilekçeleri yenilediği halde cevap alamayınca mağdur adamı da yanına alıp komutanlığa gider ve cevap alana kadar bu dilekçeleri yazmaya ve beklemeye devam edeceğini komutanlık sekretaryasına bildirir. Sekreterya dilekçeleri ilettiklerini ancak cevap gelmediği söyler.
Koca dayım sekretarya askerleri ile bunları konuşurken garnizon komutanı içeriye girer. Asker komutan geldi deyince Koca dayım hemen komutana döner ve meseleyi kısaca izah eder. Komutan "Şu her hafta dilekçe yazıp bırakan sen misin?" diye sorar. Bizimki hemen heyecanla "Evet benim" der. Bunun üzerine komutan;
-Behey adam cevap vermediğimizi görüyorsun da niçin bu dilekçeleri vermeye devam ediyorsun. Bu köylülere tatbikat esnasında tarlalara çıkmamaları söylenmişti. Ama bunlar buna rağmen çıktılar. Sonra asker bu, dilekçede belirttiğiniz şeyleri yapar, hem yapmış olsa ne çıkar ki?
Bu cevap üzerine bizimki dona kalmıştır. Bu olayı her anlatışında gözleri yaşla dolar ve derdi ki " Koskoca komutan böyle mi demesi gerekir di? Ne demek asker bu yapar. Bu cevap mıdır yahu? Biz beşyüz yıllık baba ocağını niçin terk edip geldik. Namusumuzu ve şerefimizi korumak için değil mi? Biz bu muameleyi Bulgar askerinden görmedik evladım. Öyle mi demesi gerekir di?.."
Yaşlı adamı da yanına alarak ağlayarak çıkarlar komutanlıktan. Adamı evine götürür ancak bu olay Koca dayımı öyle etkilemiştir ki o akşam daha babasına gidip bu köyden ayrılacağını söyler. Babası ve kardeşleri burada güzel bir düzen kurduklarını ve gayet güzel bir hayat yaşadıklarını niye bırakıp gideceğini anlamadıklarını söylerler ve bizimkini kalması için ikna etmeye çalışırlar. Ama bu çabaların hepsi nafiledir. Koca dayım bu olaydan öyle etkilenmiştir ki o sabah hanımını ve çocuklarını alıp doğruca Bursa'ya gider.
Bursa'da sıfırdan başlayıp ahir ömrünü burada geçirmiştir. 98 yaşında vefat edene kadar her üç günde bir hatim indirmeyi ihmal etmemiştir. Bursa'daki hayatı da tamamen farklı bir hikayedir. Koca Rabbim gani gani rahmet eylesin ebedi hayatında umduğuna nail korktuğundan da emin eylesin inşallah.