Yeşilbis Obasında derin bir sessizlik var. Hava aydınlanmaya başladı. Kuşlar neşeyle ötüşerek bize sesleniyor. Obamızın içinde bu hayırlı ve bereketli vakitte bir ses nidalanıyor. Allah’u Ekber, Allah’u Ekber… Çadırlarda hemen bir telaş başlıyor. Herkes abdest almaya koşturuyor….
Bugün hareket saatimiz 08.00 olarak planlanmıştı. Kahvaltı sofrasında buluşuyoruz ekiple. Heybeler de maşallah çok bereketli. Muhittin Bey Bolu’dan getirdiği ev yapımı harika poğaçalarından ikram ediyor. Gençlere takılıyorum dinlendiniz mi diye. Bugünkü yolculuğa hazır olduklarını söylüyorlar neşeyle. Çadırlar, kurulurken olduğu gibi yardımlaşarak toplanıyor, bisikletlerimize tekrar yükleniyor. Güzel bir kamp alanında kalmanın ve dinlenmiş olmanın mutluluğuyla, kuş sesleri arasında kamp çıkışına yöneliyoruz. Kampın önünde fotoğrafımızı çekilip planladığımız saatte harekete hazırız artık.
Dedeağaç’ın çıkışına doğru uzun bir sahil boyu sürüşü yapıyoruz. Solumuzda deniz, oteller, villalar, sağımızdaki tepeliklerde zeytin ağaçları, zeytin işleme tesisleri yer alıyor. Dedeağaç Osmanlının Rumeli’de ilk fethettiği yerlerden biri. İsmini ağacın dibinde devamlı oturan bir derviş dededen almış, Dedeağaç denmiş. 19. Yüz yılın ortalarına kadar hep balıkçı köyü olarak kalmış.
II.Abdulhamit burayı stratejik bir konuma kavuşturmuş. Şehir bu dönemde limana ve demir yoluna kavuşmasıyla hızla büyümeye başlamış. Dedeağaç Türk nüfusun yoğun olduğu güzel bir sahil şehri.
Batı Trakya’da Türk nüfus yoğun ama yaşam şartları hiç aç açıcı değil. Hak ve özgürlükleri son derece kısıtlanmış durumda. Bu bölge Lozan anlaşmasında mübadele dışında tutulmuş. Türkiye’de de Bozca ve Gökçe Adalardaki ve İstanbul’daki Rumlar mübadele dışında kalmış.
Bugün günlerde Cuma ve bizim niyetimiz Cuma namazını Gümülcine’de soydaşlarımızla kılmak. Hava sıcak yol meşakkatli. Dedeağaç’tan ayrılır ayrılmaz rampayla karşılaşıyoruz. Artık önümüzde uzun ve dik bir dağ yolu var. Otobana bisikletlerin girmesi yasak olduğundan biz eski yolu kullanıyoruz. Bu rota bize hem 10 km daha fazla pedallamayı hem de otobana göre daha dik rampaları sağlıyor. Eh başa gelen çekilir. Bu rampalar gruptaki performansı ortaya dökse de fazla kopma olmadan tırmanıyoruz.
Sporcu dostluğu ve dayanışması her yerde kendini gösterir. Spor dili barış ve dostluk dilidir. Biz bayırın en koyu yerinde tempoyu tutmuş giderken, karşıdan bir traktör de bize doğru yaklaşıyor. Bizim hizamıza geldiğinde sürücüsü bize “durun durun” diye seslendi. Yanında bulunan çuvala uzanıp çıkardığı soğuk su şişelerini bize uzattı. Gayet güzel Türkçesiyle “siz susamışsınızdır bunları alın, benim adım Dimitri, ben de bisikletçiyim sizi tebrik ediyorum, önünüzde Şapçı var, mutlaka uğrayın, Türk köyüdür” diyerek bizi taltif etti. Dimitri’yle bir miktar sohbet ettik, memnun kaldık, soğuk sular ise ekibe ilaç gibi geldi. O yoluna biz de tırmanışa devam ettik.
Artık dağın zirvesindeyiz. Sağ altımızda otobanda araçlar süratle akıp gidiyor. Yeşilbis uzun rampaları çıkmanın yorgunluğu, aynı zamanda mutluluğuyla çam ağaçlarının gölgesine yerleşiyor. Enerji takviyesine ve tuzlu gıdaya ihtiyacımız var. Heybelerden yine tatlı, tuzlu ikramlıklar paylaşılıyor. Tabii ki ikramlıklar önce gençlere sunuluyor, onlara gözümüz gibi bakıyoruz.
Önümüzde uzun bir iniş var. Hepimiz neşeyle bayır aşağı salınıyoruz, Uzun tırmanıştan sonra bu iniş çok iyi geliyor, bizde ayrı bir haz bırakıyor. Artık yol boyundaki köylerde minareleri de görebiliyor, mutlu oluyoruz. Yol üzerindeki ilk Türk köyüne dalıyoruz. Zira su takviyesine ihtiyacımız var. Köy meydanında büyük bir dut ağacı var. Altında bir çeşme yapılmış. Çeşmenin başında ağacın gölgesinde oturan bir yaşlıya rastlıyoruz. Suyumuzu kana kana içip mataralarımızı dolduruyoruz. Gölgede yorgunluk atmak hepimize iyi geliyor. Amcaya ne kadar laf atsak ta hiçbir cevap ve tepki alamıyoruz. Köy o kadar sessiz ki hayretler içinde kalıyoruz, hiçbir evden, hiçbir kapıdan ses çıkmıyor. Burada fazla oyalanmanın anlamı yok, Şapçı Kasabasına doğru hareket ediyoruz. Araçlardan korna selamlamaları, esnafların hoş geldiniz nidaları arasında Şapçı’ya giriyoruz. Parkta oturup yanımıza gelen gençlerle sohbet edip, Şapçı hakkında bilgi alıyoruz. Gençlerden biri Edirne de lisede okuduğunu söylüyor.
Gümülcine’ye kadar önümüzde daha yaklaşık 30 km yol var. Vaktimiz ise bir hayli daraldı. Yol hakkında bilgi alıp hızla pedallıyoruz. Bir kaç Türk Köyünden geçip Gümülcine gözüktüğünde rahatlıyoruz. Tam saat 13.00 te Gümülcine’deyiz. Eski Çarşıda yeni çekilmiş meşhur Gümülcine Kahvesinin kokuları arasında bisikletlerimizi park edip cuma namazı hazırlıklarına geçiyoruz.
Batı Trakya’da soydaşlarımızla saf tutmak, beraber ellerimizi semaya kaldırmak, musafaha edip kucaklaşmak, dertleşmek duyguların en güzeli olsa gerek.
Gümülcine’de Bihlimder (Batı Trakya İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği) in misafiriyiz. Dernek Başkanı Mehmet Emin Ahmet bölge vaizi. Uzun yıllardan buyana tanışıklığımız ve dostluğumuz var. Bisikletlerimizi dernek merkezine yerleştirip, üzerimize çeki düzen veriyoruz. Saat 15.00 deki randevumuz için Baş Konsolosluğumuza hareket ediyoruz. Sayın Baş Konsolos Aykut Ünal Bey’in misafirperverliği ve hoş sohbeti bize güzel duygular yaşatıyor. Konsolos Bey; yapılan hizmetlerden, batı Trakya’daki kardeşlerimizin durumundan, Yunan Hükümetinin bölgedeki uygulamalarından bahsediyor. Sohbet çay kahve eşliğinde uzayıp gidiyor. Biz de Yeşilay olarak bağımlılık ve bağımlılara yönelik faaliyetlerden bahsediyor, bölgede ihtiyaç duyulması halinde bilinçlendirme faaliyetlerine katılabileceğimizi aktarıyoruz. Sayın Baş Konsolosa hediyemizi takdim ediyor, hatıra fotoğraflarımızı çekilip vedalaşıyoruz.
Gümülcine’de tanış olduğumuz çok dostlarımız var. Geldiğimizi duyan dostlarla buluşup hasret giderme faslındayız. Tabi bizim uzun bisiklet turlarımızı arkadaşlarımız hem takdir ediyor hem de garipsiyor, sonunda tebrikleri alıyoruz.
Bu gece Gümülcine Serbest Müftülüğünün misafir hanesinde konaklayacağız. Bisikletlerimizin üzerinde Mehmet Emin Başkanın refakatinde misafir haneye geçiyoruz. Değerli Dostumuz Müftü Yardımcısı Fehim Ahmet bizi bekliyor. Dostlar toplanır, çay demlenir de muhabbet sofrası kurulmaz mı? Özlemimizi koyu muhabbet eşliğinde giderirken Başkan hareket zamanının geldiğini bildiriyor. Zira Kozlukebir Belediye Başkanı Rıdvan Ahmet bizi misafirliğe bekliyor. Dostlarımız ekibimizi araçlarına paylaşıyor, gönlümüzün aktığı bu topraklarda köylerden geçiyoruz. Başkan ekibin acıktığının farkında olmalı ki mükellef bir ziyafet ikram ediyor misafirlerine. İkram bol, sofra
bereketli, gençler son derece iştahlı ve neşeli.
Şimdi sırada belediye binasını ziyaret var. Başkanın refakatinde araçlarımıza tekrar biniyor Kozlukebir’e ulaşıyoruz. Başkan ve ekibi bize geniş bir bilgilendirme yapıyor. Hükümetin Türk Belediyesi ve köylerine karşı tavırlarını dinliyoruz. Üzülmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Buralar yüz yıllarca hükmettiğimiz, şehirler ve köyler imar ettiğimiz, medeniyetimizi yaşattığımız topraklar. Onun için yazımızın başlığını “Oy Bizim Eller” koyduk. Arada sınır olsa da gönlümüzde asla sınır yok.
Hep beraber şehir meydanındaki kafeye geçiyor, soydaşlarımızla hem tanış oluyor, hem de frappelerimizi yudumluyoruz. Artık akşam yaklaştı. Misafirhaneye dönme zamanı geldi. Başkan ve değerli dostlarımızla muhabbetle kucaklaşıyor, gönlümüzü bırakarak ayrılıyoruz. Ömür sermayemize yeni tecrübeler, yeni dostlar katmanın mutluluğu içindeyiz.
Misafirhaneye geldiğimizde günün tüm yorgunluğu üzerimize çöküyor. Çaylarımızı yudumlarken gençlerin gözlerinden uyku aktığını gözlemliyorum. Sabah erken hareket edeceğiz deyip ev sahiplerimizden müsaade istiyor odalarımıza çekiliyoruz. Herkesin zihninde yarınki uzun ve meşakkatli yolculuk var. O kadar yorulmuşuz ki başını yastığa koyan kendinden geçiyor….
Sebahattin Bilgiç